17 Temmuz 2007 Salı

nefis kuzey Ege kıyıları 03-07-07

Enteresan bir gün oldu bugün:)
Sabah kahvaltıdan hemen sonra internetten daha önceden aldığım vapur saatlerine bakarak saat 10 daki feribota yetişmek üzere koştura koştura ayrıldık otelden. Şarap almayı son ana bıraktığımızdan sipariş üzerine birer koli Çamlıbağ vasilaki(beyaz) ve kuntra(kırmızı) almak için arabadan Mel ve ben Ekinle tabiki indik. Tek ve diğerleri de sıraya girmek üzere feribot iskelesine gittiler. ama bizim şarabı almamız toplam 5 dakika sürmesine karşın yine de kalkan feribota yetişemedik, çünkü meğer yaz tarifesi değişmiş 1 ay kadar önce ve saat 10 da değil 9:30 ta kalkıyormuş feribot. Tekin de kaptana rica etmesine, sokağın köşesinde olduğumuzu söylemesine rağmen kaptan durmamış. Biz öylece bakakaldık geminin ardından. Tekin geçti, biz kaldık adada. Normalde asla sıkılmayacağım bir durum, sonuçta Bozcaadada kalanların içindeyim ancak diğer feribot 3 saat sonra ve bu demek oluyor ki o günkü gezi programımızın bir kısmı iptal olacak.
Üstelik de Tekinin gemi kaptanıyla tartışması jandarmaların karşılamasıyla son bulmuş:) Gerçi iş tatlıya bağlanmış ama, sıkıcı bir durum çıktı ortaya tabi. Çok fena birşey orada öylece kalmak. Hiçbir geçiş ihtimaliniz yok anakaraya, beklemek zorundasınız. Ancak çok acil durumlarda ambulans, sahil güvenlik türü yardım söz konusu olabiliyor.
Neyse ilk şokun ardından keyfimize bakmaya karar verdik ve balıkçılar oltalarını sallandırdı, biz de kızlarla Ada cafeye gittik yine. Bir gelincik şerbetinin daha zararı olmaz di mi?
Ama Ada cafenin yanındaki alışveriş dükkanının zararı oldu tabi. Orada öylece saatlerce oturup da oradaki nefis kıyafetlere ve hediyelik eşyalara bakarken kayıtsız kalamadık...
Saat 1 deki feribotla karşıya geçer geçmez değiştirdiğimiz planımızı uygulamaya koymak üzere hemen arabalara atlayıp Assos- Behramkaleye doğru yola çıktık. Eğre geç kalmasaydık Babakale- Baba burnu, Apollon tapınağını görüp kıyıdan gelecektik buraya. ama malesef onlar iptal oldu.
Assos ve Behramkale
Benim ennnn bayıldığım yerlerden buralar da. Behramkaleye ilk kez seneler önce ablamlarla gelip hayran kalmıştım. O zaman kaldığımız pansiyonu ingiliz bir çift işletiyordu; Birbirine avluda bağlanmış 2 katlı eski taş rum evlerinden oluşan, odalarında sakız gibi bembeyaz mis kokulu kanaviçe işli çarşafların havluların olduğu, bahçede klasik müzik yayınının insanı mest ettiği, taptaze kahvaltılıklarla dolu tabağınızın verdiği zevkle yapılan kahvaltının olduğu gerçekten çok güzel bir yerdi. Behramkalenin hem akşamını hem de Assosun gündüzünü yaşayabilmiştik o zaman. Sonraki gelişlerimde sadece meydanın sağ tarafında daracık bir merdivenle çıkılan zeytinyağlı ev yemeklerinin yapıldığı restoranda birşeyler atıştıracak ve yukarıya, tapınağa çıkacak kadar zaman bulabilmiştik.
Bu sefer de programımızı kısa kesmek zorundayız ve ancak öğle yemeğimizi yiyip kaleye çıkacak kadar zamanımız var. Sokaklarda oyalanmak bile yok malesef.
Oysa yedisinden yetmişine ticaret yapan insanlarla sohbet ede ede yukarı tırmanmak, birşeyler satın almak ayrı bir keyif Behramkalede. Burada yaşlı teyze ve amcalar çok şekerler gerçekten de. Amcam evinin önüne kurmuş tezgahını, hiç de ucuz sayılmayacak fiyata kendi yaptığı zeytini, zeytinyağını, sabunu, el işlerini, antika olduğunu ısrar ettiği takıları satıyor. Üstelik de geçen sefer aldığımız yağ çok asitli çıktığından hiç tavsiye etmem burdan alışveriş yapmayı. Ama yine de onların arasında dolaşmak zevk:)
Yukarıya güneşin alnında koşa koşa tırmanmak pek de keyifli olmadı ama yukarı çıktıktan sonra kesinlikle buna değiyor. Şu manzaraya bir bakar mısınız!!!
Assos eskiden ticaret yapılan bir liman kentiymiş, hatta şu anda yukarıdan baktığınızda batık limanı görebiliyorsunuz. Antik çağda Platonun öğrencisi Aristotelesin burada bir felsefe okulu açması Assosu o zamanlar ününün zirvesine taşımış. Bizans imparatorluğu yıkılana kadar hareketliliğini sürdüren kent, günümüzde sakinlik arayan ve buranın değerini bilen tatilcilerin, hatta daha çok sanatçıların ve aydınların gözdesi.
Assosta denizin ve balığın, Behramkale köyünde tarihin tadına varabiliyorsunuz. Tepedeki Athena tapınağı İÖ 6. yy dan kalma. Bir kaç tane kalabilmiş Dor sütünlarının dışında fazla bir şey yok etrafta. Ama oradan aşağıya baktığınızda batık limanı, eski kale duvarlarını, antik tiyatroyu görebiliyorsunuz. Ve herşeyden önemlisi nefis manzarasıyla insanı sonsuzluğa uçmaya iten denizi...
İntihara meyilli insanlar ya burada hayatın anlamını keşfedip huzur bulurlar, ya da manzaranın cazibesine dayanamayıp atlayıverirler aşağıya bence:)
Kalenin girişinde !. Murat döneminden kalma bir de camiyle hisar var bu arada.
Biliyorum bu Egede yemekten başka yapılacak başka şey yok mu dedirtiyorum insana ama buranın da yemekleri nefis.
Herkesi, meydandaki çınarı solunuza alırsanız tam sağınızda üst katta bulunan restoranın lezzetli ege yemeklerini tatmaya davet ediyorum. Mutlaka kabak çiçeği dolması, fırında patlıcan, tabiki deniz börülcesi olmadan olmaz ve zeytinyağlı yaprak sarması yiyin derim.
Bu gezinin en güzel tarafı günler boyunca bir lokma bile et yememiş olmaktı zaten.
Ben yemedim ama ev baklavasını yiyenler de çok beğendiklerini söylediler.
Yemeğin ardından yine acele acele arabalara binildi ve Küçükkuyu tarafına doğru kıyıyı takip ederek Adatepe zeytinyağı fabrikasında buluşulmak üzere yola çıkıldı. Eğer feribotu kaçırmamış olsaydık hem Adatepe köyüne gidip çınarın altında bir çay içecektik, hem de Zeus altarına çıkıp Edremit körfezinin enfes manzarasına bakabilecektik, ama şaşkınlığımız ve kaptanın sivriliği yüzünden bunlar da iptal oldu malesef!
Gidebileceklere şiddetle tavsiye edeceğim Adatepe zeytinyağı ve zeytin ürünlerinin gidemeyecekler için eve teslim sipariş kartını da hizmet olsun diye veriyorum size.
Burada çok eskiden kalma bir zeytinyağı fabrikası varmış bir zamanlar. İstanbullu bir amcam fabrikayı tekrar işler hale getiriyor, ama burayı da zeytinyağı müzesi yapıyor. Müzenin girişinde bir de satış mağazası var. Çok güzel, mutlaka uğranması gerekir. Değişik zeytin ezmelerine bayıldık biz bu sefer. Sabunlar da harika. Eğer ilginizi çekerse şu yazıyı mutlaka okuyun derim: http://www.ntvmsnbc.com/modules/yakinyerler/adatepe.asp
Ürün etiketlerine Adatepe köyünde yaşamış, güzelliği ve neşesi bütün çevre köylerin diline destan olmuş, mübadelede yunanistan'a göç etmek zorunda kalmış rum kızı Refika'nın yağlıboya portresini koymuşlar, yukarıda gördüğünüz resim bu yani.
Müzeyi bilmem kaçıncı sefer gezdikten ve alışverişimizi yaptıktan sonra bir kez daha şansımı denemek istiyorum ve herkese Adatepe köyüne gitmeyi öneriyorum ama fazla geceye kalmak istemeyen yol arkadaşlarım sayesinde bu zevkten mahrum oluyorum.
Şimdi hedefimiz Cunda adası.
Ahhhh Cunda...
Ah Belinda gibi oldu di mi:) Ya benim ne işim var kardeşim bu Anadolunun bağrında? Benim yaşamam gereken yerler buralar işte.
Hep aynı nakarat gibi gelebilir ama ben burayı da çoook seviyorum.
Adı ADA olan herşeyi seviyorum aslında. Yani Doğayı da:)
Cunda adası da bir sürü adadan oluşan ayvalıktaki adaların en büyüğü, ancak bu ada biraz değişik çünkü anakaraya yolla bağlı. Alibey adası diye de biliniyor. Eskiden burası gerçek bir adaymış hatta adaya bağlanan yolda 'ilk boğaz köprüsü' diye yazıyor.Ama altı doldurulmuş bu boğaz köprüsü, zamanla limanı kötüleştirmiş.
Fazlaca kalabalık olan kordonu balık restoranları, satıcıların tezgahları, yiyecek dükkanları ve kedilerle dolu. ama çok eğlenceli, görülmesi gereken arka sokakları da var.
Yine acelemiz olduğundan listedeki bütün manastırları çıkarıp sadece hemen yolumuzun üstündeki eski bir manastıra gidiyoruz, orada da tadilat nedeniyle kapalıdır yazısıyla ve ilaveten duvarlara yazılmış çirkin türkçe yazılarla karşılaşıyoruz.
Bu ülkedeki insanlara tarihi eserle birlikte nasıl yaşanır dersi vermek gerekiyor, ve tarihi esere zarar verene de acımasızca ceza vermek! Ama nerdeeee...
Arka sokaklar ne kadar ıssızsa, deniz kenarındaki cadde o kadar kalabalık. Oysa daha önceki gelişimizde ablamla çok güzel gezmiştik arka sokakları, eskiden kalma teyzelerle sohbet etmiştik, tarih gibiydiler.
Ama bugün yine zamansızız, Çeşmeye yetişicez ya! Ne varsa Çeşmede... Yol arkadaşı mühim bir şeymiş onu anlıyorum bir kez daha.
Sadece Taş mektepte çay içirmeyi kabul ettiriyorum herkese, orada otururken de biz pisboğazlar yaş bademin, lokma tatlısının, sakızlı dondurmanın tadına bakıveriyoruz. Midemizde yer kalmadığından ayvalık tostları paket yapılıyor:)
Eğer akşam yemeğine vaktiniz varsa burada da çok keyifle yemek yiyebileceğiniz balık restoranları mevcut. Papalina ise meşhur balığı buraların.
Yine vakti olanlar için Ayışığı manastırı, aşıklar tepesi, rüzgar değirmenleri görülmesi tavsiye olunan yerler.
Biz gün batımında Şeytan sofrasında olmak istediğimizden acele edip kalkıyoruz ama arabanın yanına geldiğimizde ondan da vazgeçiyoruz. Gece araba kullanmak istemiyorlar çünkü.
Neyseki ben görmüştüm iki sefer daha önceden.
İstikamet İzmir, bu gece konaklamamız orada.

Hiç yorum yok: