17 Temmuz 2007 Salı

Aynı gün Çanakkale-Truva-Bozcaada-Ayazma 01-07-07

Sabah erkenden kalkıp önceki gün tadı damağımızda kalan simit-peynir-çay ve fonda deniz birlikteliğini tekrar yaşamak ve Tekine de yaşatmak için meydanımıza gidiyoruz.
Kahvaltıdan sonra filmdeki atın yanına gidip bir kaç kare fotoğraf çekip, biraz da sahilde yürüyüp Truvaya doğru yola çıkıyoruz.
Truvada herkesin yaptığı ilk hareket sanırım atın içine girip pencereden el sallayarak fotoğraf çektirmek:) Tabiki biz de eksik kalmıyoruz kimseden. Sonra Mel, El ve ben antik kenti, daha doğrusu kalıntıları geziyoruz.

Şehri gezenler biliyordur zaten, şimdiye kadar 9 katman bulunmuş Truvada. Şehir doğal ya da yapay yollarla tahrip olduktan veya yok olduktan sonra; bazen diğer katmanın üzerine, bazen biraz ötesine yeni yapılar yapılmış. Deniz her zamanki gibi çekilmiş, ta buralardaymış eskiden.
O zamanlardan fazla bir şey kalmamış günümüze. Çıkarılan eşyalar zaten Çanakkalede müzede. Şarap ve yiyecek küpleri (amphoralar) burada bahçede sergileniyor.Sarayın bazı bölümleri, küçük bir amfi tiyatro, su sarnıcı, kuyu, senato binasından bölümler(sanırım), görebildiğimiz bir kaç yer.
Elif konu mankenim oluyor ve bir kaç fotoğraf alıyorum, ama şimdi bakıyorum da pek anlamlı olmamış fotoğraflar.Yine de size bir kaç görüntü:












Truvalıları, mitolojiyi, tarihi, eskileri ardımızda bırakıp 11 deki Bozcaada vapuruna doğru yollanıyoruz. Erken kalktığımız için Ekin uyuyor daha biz vapura binmeden. Pazar ve yaz olduğundan saat 11 de kalkması gereken vapur 15 dakika erken kalkıyor sanki biranönce bizi Bozcaadaya ulaştırmak ister gibi. Tek arabada kızının başında beklerken biz yukarıya çıkıyoruz ve kendimizi denize, denizden esen mis gibi rüzgara teslim ediyoruz.
Mutluluk bu olsa gerek.
Tatilin başındayız, 2 senedir görmediğim ama çok sevdiğim Bozcaada yolundayız, denizin kokusunu içimize çekiyoruz... Daha ne isterim ki...
Adaya inince hemen otelimize gidip yerleşmek ve denize gitmek istiyoruz. Ama malesef daha önceden kalıp çok beğendiğimiz Kiraz tatil çiftliği bir viraneye dönmüş neredeyse. Rezervasyon yaptırmış olmamıza karşın ne bir hazırlık var, ne bir karşılama. amcam akşamcı belli, uykuda, eşi karşılıyor bizi ama o herşeyden bihaber. Burası tesis alanına girmediğinden belediye tarafından mühürlenmiş, ama bunu her an halledebileceklerini dşündüklerinden gelenleri de geri çevirmiyorlar. Her şeye rağmen vazgeçmiyoruz biz de orada kalmaktan.
Çünkü yemyeşil çimler, bungalovlar ve tesiste kimsenin olmayışı bizi cezbediyor.
Valizlerimizi daha açmadan hemen giyinip Ayazmaya gidiyoruz. Gün ne kadar uzun geldi bakar mısınız:) Sabah Çanakkalede kahvaltı, Truva kentini gezerken taa eskilere yolculuk, Bozcaada vapurunun keyfi, şimdi de incecik kumuyla, buz gibi deniziyle Ayazma.
Deniz harbiden adamın kanını donduruyor, ama girince kendinize de geliyorsunuz. Eğer 5 dakika dayanabilirseniz mis gibi bir serinlik yazın bu sıcağında size keyif bile veriyor. ama yine de saatlerce denizde kalmak çok zor. Zavallı kızım da 2 gün boyunca giremedi ağlamadan denize zaten.
Yemeğimizi arka taraftaki Paşa restoranda yiyoruz. Süper zeytinyağlılar, ev yemekleri, çiğ börekler, biralar...
Akşamüstü otelde duşumuzu alıp merkeze iniyoruz. Amacımız restoranlara şöyle bir bakmak, yarın için rezervasyon yaptırmak ve balık, içecek, meze alıp bungalovumuzun önünde Kiraz amcamın yaptığı ahtapot ve deniz börülcesi eşliğinde yemek keyfi yapmak.
Ahmet abi ve Tolga da katılacak bugün bize, ama akşam 9 vapurunu 15 dakika ile kaçırıp gece 12 yi bekliyorlar malesef.
Nefis bir akşam yemeğinden sonra geceyi fazla uzatamıyorum çünkü hem akşamların bu derece soğuk olabileceğini beklemediğimden dondum hem de şarabı içince uykum geldi. Ekini uyutayım diye içeri girdiğim anda uyuyacağımı biliyordum sanırım.
Üstelik tatile iş de getirdim, çalışmam gerektiği halde!
Melikeyle ne planlar yapmıştık, kahvelerimiz, müzik cd lerimiz, kettleımız bile hazır. ama ben yokum:(

Hiç yorum yok: