19 Temmuz 2007 Perşembe

antik merkez, Istanbul 13 temmuz

İşte 2 tarih meraklısı kafadar:)
Sabah yine vapurla Eminönüne geçip, tramvayla Sultanahmet meydanına gelerek başlattık tarih gezimizin ilk etabını.
Romayı bir günde gezebilmiştik ama burayı bitiremeyeceğiz malesef. Gerçi Romada da gezmeye kalksaydık detaylı bir şekilde, orası da bitmezdi. Ama İstanbula tekrar gelebileceğim için bazı bölümleri sonraya bırakıyorum. Mesela Balattaki Kariye Müzesi, Bulgar Kilisesi ve çevresindekiler başka bir sefer gezilecek. Surlar, eski Bizans saray kalıntıları yine başka bir gezi konusu. Anadolu yakasındakileri baştan iptal ettik ama hem Anadolu hem Avrupa yakası kıyı gezisi de yapacağım birdahaki sefere.
Şimdiye kadar Topkapı sarayını belki 6 kez, Dolmabahçe sarayını 3 kez, Yerebatan Sarnıcını, Yıldız parkındaki köşkleri birer kez, bazı müzeleri birer kez gezmeme karşın hep dağınık dağınık oldu bu geziler.
Bu sefer düzenli bir tur peşindeyiz, ama vakit ne kadarına yetecek bilinmez tabi.
Tramvay, Sultanahmet durağına gelmeden az önce köşeyi dönerken bir su kulesinin yanından geçiyor. Bu kule eski Bizans döneminde zafer kapısı olan Milliondan kalma bir parçaymış ve yanlış hatırlamıyorsam yol mesafeleri buradan ölçülürmüş. Sultanahmet meydanı Bizans döneminde at yarışlarının yapıldığı hipodromun olduğu yer. Battal Gazi kitap serisini okuyanlar iyi bilirler, çok adı geçerdi o kitaplarda hipodromun. Bin yılı aşkın süre Bizans kentinin merkezi olmuş bu hipodrom, sonraları ortaya şimdiki dikilitaşı ve sütunları koydurmuş imparator, kent güzelleşsin diye. Hipodrom yıkılınca da geriye sadece bu anıtlar kalmış. Romadaki gibi burada da dikilitaşımız çıkıyor gezimizin başında karşımıza:)3 adet dikilitaş var burada. Birinin üzerindeki hiyeroglifler gayet net, biri demirden yapılmış kıvrıla kıvrıla çıkan şimdi yılan başlarının kayıp olduğu yılanlı sütun, diğeri de taştan örülmüş, zamanında üzeri tunçla kaplı olan ama haçlı seferleri sırasında tunç levhaların söküldüğü söylenen örme sütun.
Sultanahmet meydanının olduğu yerde eskiden büyük saray varmış, kolonlu çok büyük bir avlusu olan saraydan günümüze kalabilmiş mozaikleri görmek için caminin arka tarafındaki arastadan girilebilen mozaik müzesine gidiyoruz. Arastada tipik turistik mallar satılıyor;halı, kilim, deri, boncuk vs. Çok otantik bir havası var, ama küçük. Müze de terk edilmiş gibi, bizden başka sadece bir çift daha vardı koca müzede, düşünün yani. Ama mozaikler çok güzeller, hele ki yapıldığı zamanı düşününce büyüleniyorsunuz, o kadar küçük taşlarla öyle güzel gölgelendirmeler falan yapmışlar ki. Hristiyanlık öncesi çağa aitlerdi sanırım çünkü hiç bir dini motif yoktu. Sadece hayvan ve insan figürleri. Keçi ayaklı pan ve flütünü gösteren mozaiği özellikle arayıp bulduk, ilgimizi çektiğinden. ayrıca duvarlarda mozaik müzesinin nasıl oluştuğunu, arkeolojik çalışmaları, mozaiklerin anlamlarını, eski sarayın planlarını açıklayan çok güzel çerçevelenmiş yazılar vardı. Zaman yetersizliğinden çok hızlı okumak zorunda kaldık ama yine de çok aydınlatıcı oldu. Ben görmedim ama Harika hem Zeugmayı hem de Antakyadaki müzeyi görmüş, Buna rağmen çok etkilendi mozaiklerden.
Sultanahmet Meydanı adını 6 minareli heybetli Sultanahmet camisinden, o da Sultan 1. Ahmetten alıyor. Söylendiğine göre padişah altın kazmayla caminin temelinde çalışmış. Şansımıza tam cuma namazı vakti olduğundan caminin içine giremiyoruz. Avluya girip bir kaç kare fotoğraf ancak çekebiliyoruz.
Meydanin yaklasik yüz yil önceki halini 8 Ocak 1939 tarihli Aksam gazetesinde Sermet Muhtar Alus soyle anlatmış: “Ayasofya’nin dis avlusundaki caddenin karsisindaki sira sira kahvelerde iskemle çürütenlerin hemen hepsi de yobaz güruhu ve ipsiz sapsizlardi. Sultanahmet Meydani’nda park, tarh, yesillik, parmaklik ne gezer?.. Önünde salas bir çati, adi Millet Bahçesi. Karsisindaki tas mektep de inas rüsdiyesi. Bacak kadar yavrucuklar baslarinda basörtüler, sirtlarinda yeldirmeler, ellerinde gergefler, tasinip dururlardi.”Alman Imparatoru II. Wilhelm’in Istanbul’u ziyareti anisina insa edilen çesmenin, 1901 yilindaki açilis için yapilan düzenlemesinde, Sultanahmet Meydani agaçlandirilir. Bu agaçlarin dallari 1919 yilinin 23 Mayis günü kirilma tehlikesiyle karsi karsiya kalirlar. Elbette bir bahar gününde dallari tehdit eden kar yagisi degildir. O gün, on binlerce Istanbullu, Izmir’in isgalini protesto etmek üzere Sultanahmet Meydani’nda toplanmistir. Agaç dallarina dek meydanin her yerinde igne atsan yere düsmez bir kalabalik vardir. Kürsüde konusan da Halide Edip Adivar’dan baskasi degildir. Meydan, emperyalizme karsi Istanbul’daki ilk mitinge kollarini açmis olmasiyla da tarih sayfalarindaki essiz yerini almistir.
Sultanahmet camisinden ayrılıp Ayasofyaya yönleniyoruz, öğle yemeğimiz meydandaki mısırcıdan aldığımız haşlanmış mısırlar:) Her zaman favorim olmuştur.
Ayasofya...
O kadar çok söylenecek şey var ki Ayasofya hakkında. Ben en iyisi ona ayrı bir başlık açayım, bu yazıyı da kilometrelerce uzatıp canınızı sıkmayım.

Hiç yorum yok: