19 Temmuz 2007 Perşembe

ISTANBUL 11-12 Temmuz

İstanbul herkes için farklı anlamlarla doludur.
Kimi trafiğinden, kimi karmaşasından, kimi sıkıntısından şikayet eder ama herkes mutlaka sever İstanbulu ve hatta orada yaşayan onsuz yapamaz.
Bense İstanbulu sadece gezmek için sevenlerdenim. Yaşamak için şartlarım çok olduğu için, gezmek yetiyor bana.
Romayı gezerken özellikle, İstanbula benzer yönlerini farkedince kızlarla kesinlikle İstanbulu da böyle gezmeliyiz diye konuşmuştuk. Bu yüzden tatile çıkmadan Dost yayınlarının Türkiye rehber kitabını edindim öncelikle. Bence bu kitapla nereyi gezerseniz gezin büyük bir zevk haline geliyor. Bundan sonra gittiğim her yer için alacağım mutlaka.
Harikayla cuma gününü antik kent merkezi gezisi için ayırdık gitmeden.
Çarşamba günü kumdan heykeller sergisine gittik, benim daha önceden internette diğer yerlerde gördüğüm sergilerde çok daha ince heykeller yapılmıştı, ama bunlar da fena değildi. Konuları çok enteresandı ama. Mesela körler ülkesinin İstanbulun Anadolu yakası olduğunu orada öğrendim. Tabi onlar bişey anlatmıyordu, sadece körler ülkesi heykeli vardı ama ablam anlattı bize efsaneyi. İstanbulun güzelliğini görmeyecek kadar kör oldukları için Anadolu yakasına yerleşmiş insanların hikayesiymiş.
Ekinle Ata kumdan heykeller sergisine kendi eserleriyle renk katmak istediklerinde neden durduruldular anlayamadık bu arada?
Perşembe günü için kendime gezi programı yaptım ve büyük bir azimle sabahın 9 unda yola çıktım.
Ekin, Ekini taşımak için bir puset, gülle gibi bir çanta(çocukla yola çıkanlar bilir) ve ben.
Ataşehirden önce Üsküdara, oradan vapurla Eminönüne gittik ilk olarak. Sonra 2 saatlik boğaz turu yapan teknelere bindik, onun kalkmasını beklerken Galata köprüsündeki balıkçılarla sohbet edip tuttukları balıklara baktık önce. Sonra kızımla beraber bindik tekneye, başladık mis gibi deniz kokan yolculuğumuza. Şansıma 1 yaşından beri bebek arabasına oturtamadığım Ekin, puset ona çok enteresan geldiği için kalkmadı hiç yerinden. Aynı açıdan da olsa bir sürü fotoğraf çektim. Sarayın, Galata kulesinin, surların, deniz fenerlerinin hikayesini kızıma anlata anlata, onunla sohbet ede ede, fotoğrafları çeke çeke, yalılara hayran kala kala, oralarda yaşayanları, efsane olmuş hayatları düşüne düşüne tamamladık gezimizi.
Turun sonuna doğru Ekin uyuduğu için inince mecburen oraları gezmek durumunda kaldım.
Ama çok güzel oldu. Tahtakale, Mısır çarşısı, Yeni cami civarını gezdim saatlerce. Baktım Ekin uyanmıyor bir de Beyoğluna gideyim dedim. Galata köprüsünü geçip altgeçitten tünele, oradan İstiklal caddesine geçtim. Bütün bu yürüyüşler boyunca hiçbir alt geçitte engelliler için düşünülmüş herhangi bir çözüm olmadığı için çoğunda da kimse yardım etmediği için Ekinle beraber arabayı taşımak zorunda kalmak beni mahvetti ama ben yılmadım! Gezme uğruna neler yapabileceğimi kanıtladım:) İstiklal caddesinde keyifle yürürken nihayet uyandı bebeğim, herhalde araba tıngır mıngır sallar iken keyifli geldi uyumak ki, bütün sese ve gürültüye rağmen 3.5 saat uyudu yercücesi.
Yine arabasından inmeden köfteciden aldığım köftelerini geze geze yediğinde biz de Taksime gelmiştik. Yine dimdik merdivenleri oflaya puflaya indim metronun, indiğimde öğrendim ki asansörü varmış buranın:( Böylece son şansımı da kaybetmiş oldum. Metroyla Kanyona gidip oranın nefis serinliğinde dondurmamızı, mısırımızı yedik. Ardından da Wagamama'da noddleımızı.
Kanyon sanki insanlar alışveriş etsinler diye değil de gezsinler, yesinler, içsinler diye yapılmış bir yer, ama çoook güzel bir yer.
Arkadaşımla otururken kuzenim de geldi, hep beraber yemeğimizi yiyip, Ekini onu çok özleyen amcasına emanet edip, kuzenimin Leventteki evine gittik.
Bunları neden bu kadar ayrıntılı yazıyorum biliyor musunuz? İstanbulda bir gün boyunca ne kadar çok yere hem de çocukla gidilebileceğini kanıtlamak için:)
JJ in çikolata kursunda öğrenip de bize yaptığı çikolatalarla günün yiyecek defterini kapattığımda saat 9:30 olmuştu. Yine Kanyona metroyla gidip Bülent ve Ekinle buluşup, Mecidiyeköye taksiyle gidip oradan Bostancı otobüsüne bindik. Taksi çok güzel bir çözüm olacaktı gecenin bu saatinde ama İstanbul taksicileri sağolsun en ufak bir şekilde yabancı olduğumu anlar anlamaz illaki dolaştırıyorlar. Bu yüzden ve ekin de arabaya yapışıp kaldığı için otobüs bize daha uygun geldi.
İlk defa senelerdir bu kadar rahat trafik görüyorum İstanbulda ve bu kadar az nem. Bu da gezimize ayrı bir güzellik kattı tabi.
Yolculuğun son etabı Ekin arabada uyuyup kaldığı için mecburen Ataşehir dolmuşu oldu. Ekini indirip taksiye koysam, bu arada puseti kapatmaya çalışsam, ya bu arada kızımı alır kaçarsa dşüncesi bana öyle bir güç verdi ki, üst geçitleri de içimde kalan bu son güç kırıntılarıyla, arabayı yüklenerek çıkabildim. 20 dakika beklediğim dolmuş bile benim canımı sıkamadı çünkü dolu dolu ve süper güzel bir gün geçirmiştim.
Eve vardığımda saat 11:30 olmuştu gece. ayağım 5 yerinden birden patlamıştı, ama mutluydum:)

Burası da Ekinimin okuyacağı okul işallah. Şu otele de bayıldımmm








Nefis İstanbul manzaraları size...

Hiç yorum yok: