25 Nisan 2007 Çarşamba

Siena




Gruptaki arkadaşların çoğunluğu sayesinde Pisadan vazgeçip Sienaya gidiyoruz.
Yolda hep duyduğumuz Toscananın pastoral kır manzaraları geçiyor gözümüzün önünden. Bahar gerçekten de buralara gelmek için en güzel mevsim.Bağları ve şarapları ünlü buraların. Sienadan alacağız şarabımızı, limoncellomuzu ve diğer hediyeliklerimizi, çünkü yarın Romada açık bir yer bulamamama olasılığımız yüksek.
Sienaya gelince bir meydancıkta otobüsten inip şehrin kapısından giriyoruz. Resmen bir kapıdan giriliyor yani şehre, şaka değil. Daracık sokakları, eskiden kalma binaları, her sokakta binaları birbirine bağlayan üst kat geçitleri, köşeyi dönünce önümüze çıkıveren sürprizleriyle muhteşem bir yer burası. Tam bir film setinde gibiyiz. Sanki kapıdan upuzun entarisiyle bir adam ya da kabarık etekli elbisesiyle yelpazesini sallayan bir kadın çıkıverecek.
Burada koşturmamız doruğa çıkıyor. Adinin dediği gibi azgın boğanın kovaladığı insancıklar manzarası tam uydu bu daracık sokaklara. Bu şehri kaçak geziyoruz, ayakbastı parası ödemeden ve rehber tutmadan, yakalanıcaz diye ödü kopuyor rehberimizin. Ama toplanılan para yetmiyormuş benzinden başka birşeye malesef. Az kişiyiz çünkü.
Sokaklar gerçekten de nefis manzaralarla dolu. Doyamıyorum bakmaya ve fotoğraf çekmeye. Sanki aynı yeri 2 kez çekmezsem bir sorun olacakmış gibi abartmışım fotoğraf olayını. Bir duvarda öylesine yerleştirlivermiş meryem ve isa ikonası, dükkanların eski bina içindeki modern dekorasyonu, sokakta evin duvarına oturmuş sohbet eden yaşlılar, yanından geçtiğimiz evin bahçe kapısının işçiliği, kimbilir ne zaman yapılmış yolların taş kaplamaları, yokuşlar, inişler, her köşede çok normalmiş gibi duran heykeller, bütün bu eskiliğe tezat smart çoğunlukta olmak üzere küçük arabalar, siesta dolayısıyla sımsıkı kapalı panjurlu evler...
Derken Sienanın azizesinin, Caterinanın evi olan, sonradan şapellerle çevrelenerek kiliseye dönüştürülen Santuario e Casa di Santa Caterinaya geliyoruz.İçeri girip sessizce azizenin düşen parmağının sergilendiği cam fanusa bakıyoruz. Ben bir mum dikiyorum, burada tüm dileklerim gezmeyle ilgiliydi itiraf etmem gerekirse. Fanusa bakıyorum ama hiçbirşey anlamıyorum, neyse ki kitapta fotoğrafı var ve ordan anlaşılıyor ne olduğu.
Bu Caterina çok komik kadınmış. Tam işini biliyor yani. 8 yaşındayken çocuk İsayla nişanlandığını söylüyor herkese (1300 lü yıllar), sonra vücudunda yaralar çıkıyor, bunlar da İsanın yaralarıymış aslında, sonra parmağı kopuyor, muhtemelen cüzzamlıydı:), insanlara şifa dağıttığı da söyleniyor. Hatta güzel konuşma yeteneği sayesinde papalığın Romaya taşınmasını sağlamış söylenene göre. Yani açıkçası insanları bir güzel kandırmış teyzem. Sienanın da azizesi olmuş.
Sienanın en önemli festivali- hatta Toscananın- palio yarışları.Eski Roma dönemindeki askeri eğlencelere kadar uzanan geçmişi var ancak festival 1200 lü yıllardan beri yapılıyor. Eğersiz at binme yarışı, bizim bildiğimiz polo yarışları bunlar.Yarışçılar Sienanın bölgelerinden seçilir, kilisede kutsanır, gösteriler, resmi geçitler yapılır,bahisler oynanır, sonunda yarış sadece 90 saniye sürermiş.Bu yarışların yapıldığı Piazza del Campo meydanındaki evler fahiş fiyatlarla 1 saatliğine kiralanırmış, yarışı seyretmek isteyenlere. Kazanana ipek bir flama (palio) hediye edilirmiş ve eğlencesi sürer gidermiş. Buradaki en belirgin hediyelik eşya da bu flama zaten. Yarışlar hala senede 2 kez Temmuz ve Ağustosta yapılıyor.
Meydanın ucundan şöyle bir bakmamıza izin veriyor rehberimiz. Neyseki 2-3 kare fotoğraf çekebiliyorum. Meydan bir yelpaze biçiminde ve Madonnanın pelerinini simgeliyor. İdamlar, gösteriler,boğa güreşleri, palio yarışları hep burada yapılıyor 1200 lü yıllardan beri. Bu taşlar, kaldırımlar ta o zamanlardan kalma yani. Muhteşem...
Her şehrin duomosu olur da Siena eksik kalır mı? Eğer planlandığı gibi yapılabilseymiş dünyanın en büyük katedrali olacakmış ama veba salgını yüzünden çok kişi ölünce yapımı ertelenmiş ve sonradan da küçültülerek tamamlanabilmiş. Burası da Floransadaki duomoya benziyor, oradakinden daha büyük bir meydanda. Ama burası şaşırtmadı bizi Floransadaki kadar, insan hemen alışıveriyorgüzelliklere, çok komik.
İçeride yine sayısız eser var. Michalengelo ve Donatello çok çalışmışlar burası için de.
Italyada her yerde bu adamların bir sürü eserinin olması akla soru getiriyor. Ömürleri boyunca hiç durmadan çalışsalar yine de bir kaç yüz yıl yaşamaları gerekirdi. O zamanlar bu adamların atölyeleri varmış, onlar sadece tasarımı yapar, geri kalanını öğrencileri tamamlarmış. Bazen hiç dokunmazlar, bazen önemli, kritik yerlerine müdahele ederlermiş sadece. Yoksa başka türlü bu kadar yapıt olması olanaksız zaten.
Yine cephe ağır Romanesk gotik tarzda. Campanille , duomo-kubbe ve vaftizhane burada da var. Hatta Pisa da böyle. Yine bir catedral, çan kulesi (meşhur Pisa kulesi) ve vaftizhaneden oluşuyor. Pisadaki kule yapılırken mimar hatasından dolayı 3. kat bittiğinde eğilmeye başlıyor, yapımına ara veriliyor, bakıyorlar ki birşey olmuyor, yıllar sonra tamamlanıyor. Mimarın hatası Pisayı en ünlü kule, şehri de en turistik yerlerden biri yapıyor.
Sienada uzaktan San domenicoyu, yakından campanille della basilicayı, kiliseleri görüyoruz ve dönüş yoluna geçiyoruz. Otobüsü beklerken bir markete girip alışverişimizi yapıyoruz. Sonra o yetmiyor Adin başka bir marketten bize ilave şarap alıyor. Akşama Romada otelde ya da uygunsa biryerlerde şarap içeceğiz, planımızı yaptık. Otobüse biniyoruz ve Romaya yollanıyoruz.
Arrivederchi Siena...

07-04-07, hala Firenzedeyiz...

Floransa sokaklarında şemsiyeler arasından bizim rehberin şemsiyeini bulmak hiç de kolay değil.
Rehberler, grubuna kendisini göstermek için şemsiyeyi kapalı bir şekilde havada tutuyorlar turlarda. Ama Paskalya bayramında floransanın en işlek meydanında kaç tane şemsiye olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Defalarca kaybettiğim grubu bazen tesadüfen, bazen arkada kalmış grup üyelerinden biri sayesinde yakalayabiliyorum.
Bir fotoğraf, bir koşturma şeklinde ara sokaklardan birden bir meydana- Piazza del Duomo- çıkıveriyoruz.
Osmanlı mimarisinde özellikle camiler için planlama yapılırken, köşeden döndüğü anda karşısına çıkıveren abidevi, etkileyici tasarımlar yapılırmış. O köşe dönülene kadar uzaktan görünmezmiş eser. Burada da aynısı var. Köşeyi dönene kadar karşınıza ne çıkacağını bilemiyorsunuz. Sonra öyle bir ihtişam, öyle bir sürpriz çıkıveriyor ki karşınıza...Şaşırtıcı kelimesi az kalıyor.
Yine öyle oldu. Binaların üst katlarındaki bağlantılara bakarken, heykelleri incelerken, dükkanlara göz atarken Duomo-Santa Maria del Fiore- birden çarptı beni. Aşırı gösterişli, 3 renk Toskana mermeriyle kaplanmış cephe, duomo, çan kulesi, vaftizhane ve kalabalık. Gelmeden okuduklarım ve gördüğüm fotoğraflar, resimler hazırlamamış beni. Gotik cephe öylesine gösterişli ki.
Zaten Gotik dönemde amaç tanrının, dinin herşeyden önemli olduğunu vurgulamak. Bu yüzden sivri, tanrıya yakarırmış gibi göklere uzanan kuleler, çatılar, bol bezemeli cepheler, ağır-ezici bir görünüm mevcut. Etkileyici ama bence güzel değil. Rönesans dönemiyle birlikte dinde sorgulama başlamış. Daha akılcı, mantığa dayanan dinle birlikte sanat eserleri de matematiksel oranlara, daha sade görünüme kavuşmuş. Rönesansın en büyük isimlerinden Leonardonun eserlerinde bunu görmek mümkün. Zaten altın oranı bulan ve gerek resimlerinde gerek diğer eserlerinde uygulayan da Leonardo. Mesela İsanın bulunduğu resimlerde İsa ve Meryem genelde ortada olur, diğer insanlar veya objeler bir üçgeni oluşturacak şekilde yana doğru dizilirlermiş. Yine Last Supperda altın oran uygulanmış. Dikdörtgeni ortadan ikiye böldüğünüzde tam kare elde ediliyor, masanın ve İsayla havarilerin yerleştirilmesi hep birer formüle dayalı.
Aynı şekilde Rönesansla birlikte cephelerdeki o aşırı gösteriş de sadeleşmiş.
Biz yine dönelim Duomomuza. Brunelleschinin kubbesi floransanın sembolü. (bir de davudun çıplaklığı:)) Kubbe yapılırken önce iskeleti oluşturulup sonra üzerine, aralarına kiremitler örülmüş.Brunelleschi bu tekniği Romadaki Pantheondan kopyalamış. O dönemde yapı iskelesi kurulmadan yapılan tek kubbeymiş. Sonra Michalengelo bu kubbenin oranlarını biraz daha değiştirerek St Pietro kilisesinde uygulamış.
Demekki neymiş, hiç kimse amerikayı yeniden keşfetmemiş:) Okuldayken bizim hocanın biri söylemişti bunu. Yani tasarım yapmak baştan yaratmak değilmiş, herkes birinden kopya çekiyor veya esinleniyor.
Katedralin içinde 3 apsisin herbirinde 3 büyük şapel var. Bir de Dantenin ilahi komedyasını anlatan eser varmış içeride. Ama biz giremedik içeriye malesef. Katedralin kendisinden başka campanille yani çan kulesi ve vaftizhane de aynı yerdeki diğer muhteşem eserler. Vaftizhanede Dante ve bir çok önemli şahsiyet vaftiz edilmiş zamanında. Ve kapıları çok meşhur. Altından yapılmış, üzerindeki bölmelerde dini betimlemeler olan(incilden hepimizin iyi bildiği sahneler) Cennet kapısı denilen Doğu kapısı herkes tarafından inceleniyor özellikle. Tabi diğer orjinal eserler gibi bunun da aslı müzede. Sonradan altın varakla bu kapı yapılmış, aslının aynısı gibi.

Burayı bu kadar detaylı inceleyemedik tabiki. Rehberimiz bizi çok lazımmış gibi yarın Romada heryer kapalı olacak diyerek alışverişe pazara ve mağazaların olduğu caddeye götürdü. Pazarda Davudun don mahalinin bulunduğu donlar pardon mayolar satılıyordu bissürü. Kim giyer ki bu mayoyu? Pinokyo, magnet ve Gucci cüzdan aldım ben de. Gerçi sonradan çok üzüldüm orada geçirdiğim zamana. Keşke burda da Romada gezdiğimiz gibi gezseydik, bağımsız ve haritayla.
Sonra saat 1 de buluşana kadar arkadaşlarla, oralarda oyalandık. Meydanı tekrar bulabilmek için biraz dolaşmak zorunda kaldık. Gerçi o dolaşma bilinçsiz bir gezme olmuş bize. Sonradan fotoğraflardan bakınca Orsanmichele’e gittiğimizi gördüm mesela. Burası önce pazaryeri olarak yapılmış, sonradan kiliseye dönüştürülmüş ve nişlere azizlerin heykelleri yapılmış Tabiki şu andakiler orjinal heykeller değil, kopyaları. Burada zamanın meşhur heykeltraşları çalışmış, Donatello gibi.
Bargelloya da gitmek istemiştim ama zamanımız olmadı. Bargello çok meşhur heykellerin olduğu bir müze. Uffiziden sonraki en büyük ve Rönesans heykellerinin önemli bir bölümünü barındıran müze.
Sonra pizza yedik bir ara sokakta, minicik bir dukkan, ayakta yiyorsun zaten. Sanirim eskiden kalma bir yerdi orasi da cunku tavani tonoz gibiydi. Ama pizzalar acaip lezzetliydi. Yuvarlak değil burdaki gibi, dilim veriyorlar kocaman tepsilerde yapıp. Pizzadan sonra yine meydana gittik, hem biraz daha görelim hem de buluşmaya geç kalmayalım diye. Bu sefer Davudun önündeki merdivenlere oturup keyfini çıkardık Piazza della Signorianın. Ablam beni Davudun nefis poposunu ellerken çekmeye çalıştı:) Yani Pisa kulesine sırtını dayayanlar gibi ellemeye çalıştım ben de. Bu arada epey güldürdüm insanlara kendimi.
Floransanın sonunun geldiğinin habercisi olarak rehberimiz de gelip hepimizi toplayıp otobüse götürdü. Biraz daha tanıdığımız şehirden ayrılırken Pitti sarayını da gördük uzaktan. Pittiler Medicilerin üstünlüğünü sona erdirmek ve onların görkemini alt etmek için öyle bir saray yapalım ki demişler, bundan büyüğü yapılamasın. Ama bu Pittilerin sonu olmuş. Gerçekten çok büyük bir saray, ama iflaslarına neden olmuş bu yapı onların. Ve sonunda sarayı kim almış biliyor musunuz? Mediciler:)
Otobüsümüz 1 saatlik Siena yoluna çıktı bile... Seni hiç unutmayacağım Floransa, ve kesinlikle geri döneceğim...

19 Nisan 2007 Perşembe

Floransa...


07-04-07
Büyüleyici güzellikteki kentin büyüleyici ismi!!!
Sabah uyanıp duş ve kahvaltıdan sonra otelden ayrıldık. Her şehrin ayakbastı parası varmış Italyada. Buranınki 235 euro. Onu ödedikten sonra şehri yukarıdan görebilmek ve fotoğraf çekebilmek için Michalengelo Meydanına gidiyoruz.
Yolda farkediyorum ki şehir gerçekten güzel. Hiçbir bina sırıtmıyor, gözümüzü rahatsız etmiyor. Apartmanlar bile eskiyle uyum içinde renk ve mimari açısından. Bu demek değil ki eski yapılar taklit edilmiş. Hayır, yapılar tamamen özgün, modern ama yine de gözümüzü acıtmıyor işte.

Meydana gelip de turist kalabalığına karışınca ve enfes manzarayı görünce heyecanlanıyorum. Aylardır internetten araştırdığım, fotoğraflarını gördüğüm şehir karşımda. Meşhur duomo, Arno nehri, eski köprü, Michalangelonun Davud heykelinin bir kopyası,meydanın arkasında eski kütüphane...
Acele fotoğraflarımızı çekip koştura koştura otobüse dönüyoruz. Çünkü bu şehir için tutulan rehber bizi bekliyor. O andan itibaren bütün gezi koşturma içinde geçiyor zaten.
Otobüsümüz bizi meydandan alıp Arno nehrinin kenarından götürüp şehir merkezine en yakın noktada bırakıyor.Arno nehrinin bir ucunda nikah dairesi varmış. Orada evlenen çiftler evliliklerinin ve mutluluklarının daim olması için bütün nehri sandalla geçerlermiş.
Nehrin kıyısında otobüsten inip yürüyerek önce Ponte Vecchioya gidiyoruz.
Grubumuzda bulunan kuyumcu bir arkadaşımız burada kuyumcuların olduğunu söyleyince ben de sandım ki eski köprüye şimdilerde kuyumcular yerleştirildi, turizm açısından.Ama gerçekten de çok eskilerden beri varlarmış kuyumcular burada. Eskiden kasaplar, meyve sebze satanlar varmış bu köprüdeki dükkanlarda. Çevreyi çok kirletip koku yapınca kaldırılıp yerlerine kuyumcular yerleştirilmiş. Köprü, eski çağlardan kalabilmiş tek köprü, diğerleri savaşta bombalanmış. Ama ben böyle nefis bir köprü görmedim. Cumbalarıyla, renk renk dükkanlarıyla, üst kısmındaki Medicilerin halk içine karışmadan karşıya geçmelerini sağlayan kapalı koridoruyla oldukça hareketli bir yapı. Orta kısmında nehri seyredebilmek için bir açıklık var. Tam bu noktaya ilk kuyumcunun heykeli yerleştirilmiş.
Floransadan bahsederken Medicilerden bahsetmeden geçmek olmaz. Floransayı böyle güzel bir kent haline getiren aile Mediciler. Yüzyıllar boyunca yönettikleri kente sanat merakları yüzünden süper yatırımlar yapmışlar.
Onlara ait eserlerin sergilendiği Uffizi Sarayını gezmek, rönesasn tarihini tam anlamıyla öğrenmenizi sağlayabilir.
Tabi Leonardo Da Vinci, Michalengelo, Dante gibi dehaların burada yaşamış olması da kente çok şey katmış.
Vinci kasabasında doğan Leonardoyu anlatmaya gerek yok. Onun tasarımlarının uygulanmış hallerinin sergisini Ankarada gezmiştim. Aslında Vinci kasabasında sürekli durdukları bir Leonardo müzesi varmış.
Michalengelonun Davudunun orjinali, dünyanın ilk sanat okulu olan Galleria Dell Academia da sergileniyor. Ama insanları bu güzelliği görmekten mahrum etmemek için kopyalarını -ki bunlar da çok eskiler- şehrin en ünlü iki meydanına koymuşlar.
Bu arada Adinin kızı Adin sanata ve resime çok meraklı olduğu için onu bu okulda okutmasını önerdim Adine. Müthiş güzel bir eğitim, öğrenci şehri ve okul.Harika bir hayal.
Köprüden şehirdeki en büyük meydana doğru yürüyoruz.
Piazza della Signoria!
Insanın karşısına aniden çıkıveriyor köşeyi dönünce.
Hemen Nettuno çeşmesi, Davudun başka bir kopyası, köşedeki Roma heykelleri, kafeler, turist kalabalığı birarada çarpıveriyor gözümüze.
Rehberimizle buluşuyoruz meydanda. Yine fotoğraf çekmek ve etrafa bakmak yüzünden grubun arkasında kaldığımdan rehberin anlattıklarını duyamayıp kendi bilgilerimle yetinmek durumundayım. Ama zaten çoğu zaman farkediyorum ki benim bilgilerim daha doğrular ve çoklar.
Fontana di Nettuna-Neptün Çeşmesi, Ammannati'nin eseri. Deniz savaşları anısına yapılmış çeşmede deniz tanrısı, su perileriyle çevrelenmiş.Burası bizim buluşma noktamız olarak belirlendi.
Meşhur Davud heykeli ise gerçeği kadar heybetli değil belki ama yine de çok etkileyici. 1800 lü yıllara kadar orjinali bu meydandaymış, sonra müzeye alınmış.
Neptun çeşmesinin daha ilerisinde Dantenin heykeli var.
Meydanda çeşme ve Davudun arkasındaki bina, Palazzo Vecchionun üzerindeki bir freskte İSA KRALDIR yazıyor. Floransadaki herşeyde olduğu gibi bu sarayda da Medicilerin izleri var.
Yanındaki bina Uffizi sarayı. Şimdi müze olarak kullanılıyor. Daha önceden de dediğim gibi Medicilerin floransaya bağışladığı sanat eserleriyle dolu muhteşem bir müze. Ama Italyada muze gezebilmek öyle kolay değil. Upuzun kuyruklar var ve zaten önceden rezervasyon gerektiriyor. Bu gezi bize ön araştırma gezisi oldu sadece. Kesinlikle bir dahaki sefer olacak ve daha bilinçli olacak.
Uffizi sarayından Vecchio köprüsüne bir bağlantı var, Medicilerin geçişi için.Uffizi galerisi bir sokak gibi köprünün oraya kadar uzanıyor.Burası da diğer her yer gibi enfes bir yol. Canlı ve cansız heykellerle dolu:)
Galerinin diğer köşesinde de kemerli revak gibi yerde Roma heykelleri var bir sürü. İçlerinde iki tanesi özel. Birisi bronzdan yapılmış Medusanın kesik başını taşıyan Cellininin Perseusu, diğeri yekpare mermerden oyulmuş Sabine kadınlarının kaçırılışı heykeli.
Buradan koşturarak rehberi takip için Uffizi galerisine yönleniyoruz veee...
Aman Allahım, bütün tanıdığımız heykeller burada.
Leonardo,Donatello,Michalengelo,Amerigo Vespuci,Gallilei Gallileo ve daha bir sürü heykel.
Tabi canlıları da var, hemen bir fotoğraf çektiriyorum , ihmal etmiyorum yani:))
Devamı gelecek...

18 Nisan 2007 Çarşamba

Napolideyiz...

Uçaktan inince birden güneş gözlüğümü almadığımı hatırlatıverdi hava bana.
Oysa herşeyi ince ince planladım sanıyordum. Müthiş bir güneş, süper bir hava.
Ufacık bir havaalanı, Malatyadan bile küçük yani. Ve kötü de görünüyor. pasaport kontrolü için tıkıldık minicik bir salona. Adamlar yeşil pasaport olmasına karşın saatlerce inceliyorlar, bakıyorlar da bakıyorlar suratımıza. sonunda alıyoruz pasaportumuzu ve valizlerimizi, çıkıyoruz dışarıya, buluşuyoruz rehberimizle ve grubumuzla, biniyoruz otobüsümüze.
Önce kısa bir Napoli turu atıyoruz. Zannediyorum ki ben, Napoliye kadar gelince Vezüv ve Pompeiyi görmeden dönmeyiz. Ama işler böyle benim isteklerimle yürümüyor tabi. Napolide ayak bastığımız tek yer havaalanı. diğer yerleri sıkışık akşam trafiğinin sayesinde panoromik olarak görebiliyoruz sadece.
Napoli acaip benziyor bizim buralara. Pislik, hırsızlık, çirkin yapılar, işsizlik, tembellik, kıyafetler... Hepsinden bizde de var.
Seviniyorum içten içe malesef, yalnız değiliz diye.
Zaten Italyada guneyle kuzey bizdeki doğuyla batı gibiymiş.
Kuzeye giittikçe refah düzeyi ve kültür artıyor.
En çok dikkatimizi çeken şey burada bile olmayan anacaddedeki binalarında balkonlara asılmış çamaşırlar.
Hemen süper japon turist edasıyla ardıardına basıyoruz deklanşörlere:) Bütün otobüs çok komik, kameraya alanlar, fotoğraf çekenler.
Sonra şehrin merkezine geliyoruz. Castel Nuovo ilk gördüğümüz eski eser. Şato bir zamanlar şehrin kraliyet sarayıymış. Girişindeki zafer takıyla dikkatimizi çekiyor.Şehir merkezi daha güzel dış mahallelere göre. Napoli de olsa korunmuş eserler, önem verilmiş antik merkez göze çarpıyor. Ama söylenene göre Floransa ve Napoli arasında uçurumlar var bu açıdan. Gerçekten de öyleydi.Şehir merkezinde Galleria Umbertonun da(Teatro San Carlo) yanından hızla geçip deniz kenarındaki çok şık otelleri geride bırakıyoruz.
Napoli liman kenti olduğu için, Italyanın en büyük taşımacılık ağına sahip. Büyük büyük konteynırlarla dolu her yer. Napoliye yakın 3 ada var. Ischia, Procida ve meşhur Capri adalari.
Capri özellikle her sezon yoğun turizmin yaşandığı, hiç güneşsiz kalmayan bir ada.
Limana gelince uzaktan Vezüv yanardağını görüyoruz. İçim hala ezik orayı göremeyeceğim için.Fotoğrafını çekmekle yetiniyoruz.
Sonra şehirden ayrılıyoruz, otele çok geç varmamak için bir an önce yola çıkmamız gerek. Belki bir Floransa turu yaptırabilceğini söylüyor rehberimiz, akşamını da görebilmemiz için.
Yolda bütün tur boyunca hep duraklayacağımız Autogrill'de birşeyler yemek üzere durduk. Sonradan anladım ki hepsi birbirinin aynı dekoruna(malların durduğu yere kadar) sahip, aynı isimde duraklama noktaları bunlar. Tabiki Italyada olduğumuz için hemen bir fesleğenli makarna, pizza napoliten aldık. Yolda kendimizi hemen farkettirdiğimiz için insanlarla muhabbetimiz başladı:) İsimlerimiz akılda kalabilecek türde olmadığı için, bu ara Ninja Turtles sinemalarda oynadığı için ve tabi Italyada olduğumuz için kendimize 4 kaplumbağanın ismini koyduk. Ablam Leonardo-Leo, ben Michalengelo-Mike, Adin Rafaello-Raf ve Yezdan da Donatello-Don!! Ama kendimiz dışında bize böyle seslenen olmadı:)
Saat 10 gibi Floransaya vardık.Ama ya otelimiz çok absurd bir noktada, ya şoför ve rehber hiç bir yeri bilmiyorlar, ya şoförün elindeki konuşan harita bir işe yaramıyor, ya da hepsinin birden yüzünden aynı yerlerde döne döne saat 11:30 da otele zor girebildik. Hiç kimsede birşey yapacak hal kalmadığından kendimizi odalarımıza zor attık.
Ama tabi biz başkayız. Şehre inmesek de odada eğlenceye devam...
Annemin hepimize hediye ettiği aynı desende farklı renkteki pijamalarımızı giyip, kendimize kahve yapıp, müziğimizi açıp, sohbet, fotoğraf ve kamera çekimleri, kitap okumalarla tamamladık gecemizi.
Bu arada ben gitmeden öyle çok araştırma yapıp notlar çıkardım ki, uçağa bindiğimiz andan itibaren kızların eline habire ders notu gibi çıktıları tutuşturuyorum. Adin Angels n Damonsu okuyor. Yezdan Baba ve Piçi okumaya çalışıyor. Hamidenin verdiği süper rehber kitabı ise elimizden hiç düşmüyor. Teşekkürler Hamide!!!
Bueno notte...
Yıllardır hayalimdi Roma'ya, Italya'ya gitmek.
Geçenlerde Barın ve Adinle konuşurken bunu, Barın dediki neden dört kardeş gitmiyorsunuz?
Hani o zamana kadar hiç düşünmediğiniz bir fikir birdenbire söylenince neden daha önce bunu ben düşünemedim dersiniz ya!
Evet neden olmasın dedik.
Hayal gibi başladı yani.
Çünkü herbirimizin çocukları var birer ikişer, üstelik küçükler, 2.5-6.5 yaş aralığında toplam 6 çocuk.
Daha da üstelik, annemin de gelmesini istiyoruz.
Yine de herşey bir hayalle başlar dedik ve çıktık yola...
Epey araştırdım turları, bir ara herhalde olmayacak artık demeye başlamıştık, zaman problemimiz var çünkü. Dördümüzün de uygun olduğu zamanı turla çakıştırmak lazım.
Sonra bir gün alelacele ayarlayıverdim bir Paskalya turu.
Roma ve Floransa...
Da Vinci ve Michalengelo hayranı olduğum için Floransayı görmeden olmaz.
Gerçekten de süper seçimmiş bu şehirler.
Sonunda herşey ayarlandı (anneme vize alamadık Jolly turun eksik belge göndermesi yüzünden- tadımız kaçtı) ve 6 nisan günü geldi çattı.
Ablam Istanbuldan, Adin ve ben Ankaradan, Yezdan Malatyadan geldik Atatürk Hava Limanına
Daha ilk günden başladı aksilik demek istemezdim ama tam 3 saat gecikmeyle kalktı uçağımız.
Üstelik tam önümüzde bir kokoşlar ordusu ukalalık yapıyorlar.
Bilmem kaçıncı kez katıldıkları tur hakkında söyleniyorlar da söyleniyorlar...
Yine de sakin olmaya çalıştık.
Zaten ilk kez yaptığım bir organizasyon olduğu için saçma bir tur programına okey demişim ve Italyada saatlerimiz yollarda geçecek.
Napoli havaalanına iniyoruz, ordan Floransaya geçiyoruz 7 saat, konaklamanın ardından Floransa şehir turu, sonra Roma. Ertesi gün isteyenler için Siena. Sonra pazartesi günü uçağa binmek için tekrar Roma!!! Gerçekten büyük saçmalık. ama turdakilerle konuşup Sienayı Floransadan gelirken yapmayı önericem diye düşünüyorum.
Gerçekten rehberimiz de bu saçmalığın farkında ve kendisi öneriyor bunu bize.
sonunda uçak kalkıyor ve işte başlıyoooor.