22 Ekim 2007 Pazartesi

Artık herkes biliyor...
Yıllardır yapmaya çalışıp da beceremediğim şeyi sonunda yapıyorum.
Australiaya gidiyorum, kasımın 17 sinde, Ata'mın doğumgününde:)
Ekin ve ben... (Ekin diyor ki arada sırada; "annecim aklıma bi fikir geldi, akşam Adinle Barınlara gidelim, kedileri de alalım, hep beraber Australiaya gidelim, ne dersin? süper fikir!")
Amacımız dil öğrenmek görüntüsü altında gezmek:)
Kuzenlerim 2000 yılında buraya gelip döndüğünden beri gitmeye uğraşırım, bi türlü kısmet olmamıştı, bugüne kadar.
Umarım sorunsuz gider geliriz.
Size oralardan da yetişicem, yaşatıcam, gezdiricem, göstericem inşallah.

Bugünlerde hayal dünyasındayım yine, kim ne derse desin, bana hangi gözle bakarsa baksın, Harry Potter harika! Yeni bitti, çıkamadım o dünyadan henüz:)

İşten ayrıldım bu ayın başında, öyle güzel ki free olmak, tadına doyamıyorum. İşim de olduğu için, hala çalıştığım için, boşlukta da hissedemedim kendimi, süper gidiyor nazar değmesin.
Niye yazıyorum bunları?
Haberler işte:)

19 Ekim 2007 Cuma

İzmir, Çeşme, Bergama

Bayram tatilinde İzmirdeydik,
Biraz önüne biraz da ardına ekleme yaparak tabi.
İzmirde Ekini koydum arabasına, yürü, vapura bin, yürü, yine yürü metoduyla acaip gezdim.
Elime de aldım bir harita, öğrenilmesi gereken yerlerini öğrendim güzelce.
Göztepe-Güzelyalı-Küçükyalı civarı tamam.
Alsancak da tamam.
Sırada Karşıyaka var, oraları fazla keşfedemedim henüz:)
Ekin ve Tekinle Bergamadan başladık çevre keşiflerimize, artık yaşıyacağız ya oralarda, çevreyi tanımadan olmaz tabi. Hele de böylesine zengin imkanlar sunan bie şehirse.
Uzun zamandır gitmek istiyordum Bergamaya.
Hayalimde süper bir antik kent manzarası...
Ama gerçeğinde büyük bir hayal kırıklığı.
Efese benzeyen bir yer düşlemiştim. Gezerken o zamanlarda yaşarım, beni alır götürür sandım.
Biraz geç kalmamızın verdiği aceleyle gezmemden, biraz da bana tahminimden boş gelmesinden dolayı, gidemedim hiçbiryerlere malesef.
Kuzenim Bergama müzesinde arkeolog olduğu için onunla gezmeyi düşünmüştüm aslında, ancak geciktiğimiz için gitmesi gerekti Gökçenin.
Bu kadar değerli hazineye sahip olan bir şehrin bu kadar gelişememesi ise hayretler uyandırıcı.
Resmen bir köy olarak kalmış Bergama. Buraya gelen turistlerin ya Ayvalıktan ya da İzmirden günübirlik turlarla gelmesi buna neden olmuş.
Ama yine de biraz daha modern bir yer bekliyordum. Zor bela çarşısından geçip Kızıl Avlu denilen bazilikaya ulaşınca biraz daha hoş göründü ortam. Bergamadaki eserler MÖ 11. yy. civarından kalma. eski yunanlıların yaşadığı şehirde hepimizin bildiği almanlar tarafından almanyaya kaçırılıp oradaki Pergamon müzesinde sergilenen Zeus sunağı en meşhur eser.
Tabi tapınaktan kalan tek şey kaideler. İnsanın içi acıyor. Tarihi eserlerimize bu kadar vurdumduymaz bir millet oluşumuz acaba çokluktan mı, yoksa göçebe, savaşçı ruhumuzun kabalığından mı kaynaklanıyor?
Bazilikaya Bizanslılar döneminde bir de kilise eklenmiş, Bu kilise İncilde adı geçen 7 kiliseden biri. Bazilikanın altından bir de nehir geçiyor, bu yüzden seyyahların ilgisini hep çekmiş tarih boyunca.Kızıl avlu denilmesinin sebebi binada kullanılan tuğlanın rengi. Avlunun ortasında bir dikilitaş var ama ne çevresinde bir yazı, ne de açıklayacak bir insan olmadığından ben de ne olduğunu bilmiyorum. Gökçeyi kötü kaçırdık:(
Sonra Akropole çıkıyoruz. Yunanlıların her yerde en güzel manzarayı bulup çıkarma yeteneğine bir kez daha hayran kaldım yukarıda. Tanrıların yukarılarda yaşadığı fikrinden yola çıkılmış hep tamam ama, biraz da günbatımının sihirli ışıklarıyla, nefis, etkileyici bir ortam vardı tapınak kalıntılarında.
Bir kaç fotoğraf çekip kapanmadan yetişebilmek için aceleyle gezsem de, amfitiyatroda epey bir oyalandım.
Çoooook nefisti.
Çoooook etkileyiciydi.
Karşımda batan bir güneş, ayaklarımın altında uçurum gibi uzanan basamaklar, aşağıda şehir...
Ardından sunağın olduğu yere gittim, Ekin ve Tekin artık ören yerlerinin kapısında oyalanmayı huy edindiler. Ekinle gezmek zor olduğundan fedakarlığı yapan babası oluyor:)
Hızlı bir turdan sonra okuduğum 3-4 açıklama tablosu ve tabiki hazırlıklı gittiğim için internetten indirdiğim Bergama açıklamalarıyla turumu tamamladım.
Gezemediğim Asklepionda ise dünyanın en eski spası varmış. Bergama eskiden suyla hastalıkların iyilştirildiği bir sağlık kentiymiş. Öyle ki, Asklepionun kapısında "ölümün girmesi yasaktır" yazılıymış ve gerçekten de ölümcül hastalar içeri alınmazmış.
İçeri alınan hastalar, 650 metre uzunluğundaki kutsal yoldan yürür, bugün bile içilebilen şifalı sudan içer ve bununla yıkanır, daha sonra hastalığın tedavisine başlanırmış.Buluntulardan, ameliyatların da yapıldığı anlaşılan Asklepieon'da ilaçla, bitkilerle, müzikle, su, çamur ve güneş banyolarıyla tedavi uygulanırmış.
Güneş batarken ayrılıyoruz Bergamadan, kısa oldu bu, bir daha gelmeyi kafama koydum bile



.