31 Mayıs 2007 Perşembe

Erkek güzeli...

31 05 02

Seni pamuklara sarmalar sararım,
Ne bedel isterim ne hesap sorarım
Ne sitemle güzel kalbini yorarım
Sakınma tatlı dillerini :)

Mutlu yıllar Barıncımmm,
İyi ki de doğmuşun, sayende bebek zevkini tattım kızımdan önce. Seni çok seviyorum tatlım.

29 Mayıs 2007 Salı

kelebek olup uçacağız...25-05-07

Ekinlerin kreşinde her cuma bir party oluyor. Geçtiğimiz hafta da kelebek partysi vardı, okulda demişler ki çocuklara 'kelebek olup uçacağız'
Bizim minik tırtıllar da büyüdüler, serpildiler kelebek oldular. doğanın hediye ettiği çok nefis bir kelebek kanadımız vardı bizim. Odada da bir sürü kelebekleri var ekinin, nerdeyse odanın konseptini belirleyecek kadar. Yani bize hem uydu bu party, hem heyecanlandırdı.
Ben de krapon kağıdından kat kat etek yaptım. Eskiden kendimize yapar, şarkıcılık oynardık evde kendi kendimize kızlarla.
Sabah çiçekli bir bluz, kelebek kanatları, kat kat etek, ve kocaman bir kelebek konmuş kafasıyla Ekin çok heyecanlıydı. Çıktık dışarıya okula gitmek için ve bahçeye çıkar çıkmaz açtı kollarını bekliyor!!!
Bir sinirlendi, bir ağlamaya başladı benim minik kelebeğim:)
Ama uçmuyorum anneee, ben okula uçarak gidicem, niye uçmuyorum diyerek:)
Allaa sen ekin yaa:)
Spider man olup balkondan atlayan çocuklar haklıymış demekki.
Bu kadar düz mantık veya tam tersi bu kadar hayal dünyasında demekki çocuklar.
Yani hayal ve gerçeği birarada yaşıyorlar.
Bu yüzden mutlular:)
Bu yüzden tek dertleri oyuncakları, dondurmaları, çizgifilmleri, çikolataları.
Ne güzel...

26 Mayıs 2007 Cumartesi

26-05-07 tatil sezonu açılmıştır...

Eveeet,
Genelde ailede tatile en meraklı olan, -özellikle denize- benimdir. Ama bu sene ikizler kongreleri sayesinde deniz sezonunu açtılar.Bugün Cornelia-Belekteler. Onların maceraları da buradan yayınlanacaktır, çünkü biz biraraya geldiğimizde macerasız günümüz geçmez!!!













Bugün Tuna'nın da doğumgünü aynı zamanda.(Annesinin bildiğinin aksine) İyi ki doğdun bitanemmm:)


25 Mayıs 2007 Cuma

ANNEMMM


canımın içi, dünyalar güzeli, dünyalar tatlısı bitanecik annemmm

24 Mayıs 2007 Perşembe

Biraz da çocuklar...

Şimdi,
Biz 4 kız kardeşiz ve dördümüzün toplam 6 çocuğu var, biliyorsunuz artık.
Tek tek ayırmak istemiyorum onları çünkü hepsi kardeş gibi büyüyorlar ve gelecekte de öyle olmalarını umuyorum. Tek çocukla yetineceğim için, Ekinime bedavadan kardeş hepsi de.
Yine de hepsinin tek tek özelliklerini belirtmek lazım tabi ki;
Ada Doğa- Bilimkadını, olgun, sorgulayıcı, ailenin en büyüğü, cool...
Barın- İlk erkeğimiz, bebek yüzünü hala bile atabilmiş değil ama bu öpücüğünüze yumrukla karşılık vermesine engel de değil, puzzle çözücü...
Tuna- Ailenin kokoşu.Pembeler fırfırlar, tüyler, boncuklar, omzuna ceket atmalar, balerin, Amerikada olma Ankarada doğma...
Adin- Tam anlamıyla cadı prensesi. Ressam, dansçı,kibar ve sanatçı kişilik...
Ekin- Erkek özellikleri taşıyan bir cadı. Kalın ses, yaramazlık, haylazlık ne ararsan var. Kuvvetli hafızası dışında tam bir yeteneksiz. Ama benim Ekinimmm o!!!
Ata Toprak-Son erkek, son çocuk, şimdilik. Fırlama ve haydut. Ekinin kankası, yaramazlıkta yarışıyorlar ama Ata erkek olmanın avantajıyla bir puan önde.
Her fırsatta party yapmayı, toplantıları organizasyona dönüştrmeyi seven bir aile olduğumuzdan, ve birbirimize olan bağlılığımızdan, sık sık bir araya gelmeye çalışırız biz.
Geçen sene Malatyada toplandık örneğin tam bu zamanlarda. Gecenin köründe bu altı çocuğu sırtımızda taşıyarak Nemruta çıktık, güneşin doğuşunu seyretmek için. Adin Yezdan Harika Ekin Tuna ve Barınların doğumgünleri birbirine yakın olduğundan hem doğumgünü kutlaması, hem gezi amaçlı birlikteliğimiz unutulmazdı.
Sonra Kasım dönemi doğumgünlerini kutlamak için (Ada Ata ve Adin) İstanbulda büyük bir party verdik yine. Çocuklar tiyatro gösterisi sundular?, biz slayt-clip izlettik gelenlere. Çok güzel, çok eğlenceli, pinyatalı, palyaçolu (hepsi bize ait) kalabalık bir partydi.
İşi büyütmeyi seviyoruz yani. Ama artık doğumgününden böö geldi bize.
Geçenlerde İstanbul ekibi geldi Ankaraya. Ekinin doğumgününü kutluyoruz yine, ama evde küçük bir organizasyon bu seferki.
O saate kadar canı sıkılan Ekin, Atasına kavuşunca birden canlandı, coştu akşamın dokuzunda. Sanki düğmesine basılmış gibi birden iki haydut ardı ardına sıralamaya başladılar yaramazlıklarını.Önce birsürü oyuncağı alıp balkondan aşağıya sırayla atmaya başladılar, yarısında yetiştik neyse ki. Sonra daha arkamızı dönmeden ellerine aldıkları büyük kumaş oyuncak çiçeklerle çiçek savaşı yapmaya başladılar, yani önlerine gelene çiçeği indirmek bunun anlamı. O bitti biraz sonra bir baktık banyodan kıkır kıkır sesler geliyor ama kapısı kapalı. İçerden Ekin bağırıyor, Ata kapıyı kilitledi anneeee.
Biraz panik olduk ama kapıya gidip konuşmaya başladık, tarif ediyoruz kapıyı açsınlar diye, ama bir kez daha kilitlemeyi becerdiler sadece. Sonra Ata dedi ki, anne öcü var burda. Meğer karanlıkmış içerisi aynı zamanda ama bizimkilerin umuru değil. Neyse yaktık ışığı, baktık olmayacak anahtarı çıkarıp pencereden bize uzatmalarını söyledik. Neyseki banyo penceresi balkona açılıyor. Anahtarı klozetin üzerine çıkıp verdi Ekin bize ama dışardan açılmadı kapı!!! Tek çare kaldı pencereden içeri girmek. Küçücük pencereden içeri girecek çocuk var neyseki evde. Elif ve Doğa oraya sığabilirler, pencerenin tam açılması için rayından kurtardık pencereyi ve Doğayı salladık aşağıya. Doğa büyük bir zaferle kapıyı bize açtı sonunda:)) Biz dışarda biraz korktuk bu arada açıkcası, 15 dakika falan sürdü bu olaylar. Ama kapı açıldı ki içerdeki iki canavar ne yapıyor dersiniz?
Biri küvetle uğraşıyor, suratında cadı bir ifadeyle, diğerinin hiç umuru değil, klozetle oynuyor!!!

18 Mayıs 2007 Cuma

09-04-07 Dönüş...

Bitti ...
Hiç sevmem dönüşleri, bitişleri, sonları...
Hele ki bu tatilse.
Beni ve bizi avutan tek şey çocuklarımıza kavuşacak olmamız.
Çok özledik hepimiz de...
Harikanın Adası ve Atası, Yezdanın Tunası, Adinin Barını ve Adini, Mehlikanın Ekini bizi bekliyor.
Biz de onlara sarılmayı.
Dönüşleri anlatmak da zevksiz bana göre...
Bir dahaki tatilimizin Barselonada olmasına karar veriyorum ben kendimce:)
Harika, yazın yollarda gördüğü yüzlerce karavandan birini kiralayıp kuzey İtalya ve Adriyatik kıyılarını gezmeye karar veriyor.
Yezdan yazın Almanyanın güneyinde bir eğitime gelecek, o zaman annemi de alıp belki Adinlerle güneye inip İsviçre ve Kuzey İtalya- Como gölü gezisi hayal ediyor.
Her birimiz hayallere dalmış, yüzümüzde bir gülümseme, son yolculuğumuza çıkıyoruz evlerimize doğru...


Romada artık akşam oldu...

Colloseumu arkamızda bırakıp Domus Aureanın içinden geçerek Santa Maria Vittorio Kilisesine yöneldiğimizi sanarak Piazza Vit. emanuele doğru gidiyoruz. Ahhhh ahhh!!! Pişmanlık fayda etmedi. Yanlış yere gittiğim için, herkesi peşimden sürüklediğim için, vakit kaybettiğim için, Azize Theresanın kıvrık parmaklarını göremediğim için, akşam olduğundan artık dönmek zorunda olduğumuz için yanıyorum...
Aslında tadına varabilseydim çok hoş, çok nezih, çok güzel sokaklardan geçtiğimiz için mutlu olabilecektim. Ama hem fotoğraf makinem yok, hem bulamadım aradığım yeri.
enteresan bir şekilde bütün binalarda sadece giriş kapısının üzerinde yaklaşık 1 m. falan genişliğinde çıkıntı şeklinde süslü küçük balkonlar vardı. bunun dışında tüm cephe dümdüz. Başka hiç bir şekilde balkon veya çıkma yok. Sanırım eskiden buralardan dışarıda bir şey olduğunda seyredilir, bunun dışında dışarıyla bağlantısı olmazmış evlerin. ama gerçekten Romanın hafif dışarısı, hala eski binaların olduğu, çok sakin ve baharın getirdiği güzel kokularla dolu sokaklardı.
Gittiğimiz yerin gitmek istediğimiz yer olmadığını anladıktan sonra, yanımızdaki yürüyüş arkadaşlarımızdan utanmasam ne pahasına olursa olsun bulurdum Santa Maria della vittoria kilisesini ama malesef sadece o taraftan dolaşarak ispanyol merdivenlerine gitmeye ikna edebildim. Daha doğrusu Adin bana böyle bir iyilik yaptı. Yine de Berberini meydanına gelip Hotel Berniniyi gördüğümde, kiliseyi bulamadım(k). Üzüntüm gerçekten çoook büyük.
Meydandaki dikilitaşı da göremedim zaten:( Var bir terslik burda.
Sonradan Ankaraya dönünce yaptığım araştırmalardan sonra anladım ki, kilise zaten arka sokaklarda, bulamayacağımız bir yerdeymiş. Ama ders oldu, madem görmek şarttı, bu araştırmayı gitmeden yapacaktım. Ben en iyisi göremediğim heykelin(Bernini tabiki) fotoğrafını size göstereyim.
Arkadaki ışınlar ateşi simgeliyordu. Melek, okunu Azize Theresaya saplıyor ve azize de kendinden geçiyor. Zaten heykelin adı Azize Theresanın Vecdi.
Neyse, bu tarafa gelmemiz iyi olmuş aslında, gerçekten görülmesi gereken bir yeri atlayacakmışız az daha. Santa Maria Maggiore, erken hristiyanlık döneminden barok dönemin sonlarına kadar her dönemin bir karışımından oluşuyor. Mozaikleri çok ünlü. Çan kulesi, içindeki ilk kilise binası, cephesi, şapelleri, tavanı her biri ayrı dönemlerde yapılmış ve sonunda çok enteresan ama güzel bir eser çıkmış ortaya.
Devam ediyoruz, görülmedik yer bırakmıcaz ya Romada, Termininin önünden Piazza della Republicaya gelip Santa Maria degli Angeli kilisesini de görüyoruz. Yarım daire biçimindeki meydan çok hoş. Artık herkes yorulmuş, diyorum isterseniz metroya binelim arkadaşlar. Ama herkes halinden memnun, yürümekten şikayet eden yok, kimse birşeyleri kaçırmak istemiyor. Anlatımım tersten başladı ama zaten daha görmek istediğim yere, Berberini meydanına da gelmedik. San Cario Quatro Fontananın yanından geçerek meydana ulaşıyoruz ve daha önce anlattığım gibi aradığım kiliseyi bulamıyoruz.
Güneş batmak üzere olduğundan acele ediyoruz çünkü amacımız günbatımını merdivenlerden seyrederken şarap içmek.
Via Sistinadan merdivenlerin üst noktasına ulaşıyoruz ve kendimize güzel bir yer bularak açıyoruz şarabımızı, dolduruyoruz kadehlerimize.
Ohhh bee... Keyif bu işte.
Günün yorgunluğunu şarap ve günbatımı eşliğinde atarken, yorumlarımızı yapıyor, yaptıklarımızın keyfini tekrar tekrar anlatarak çıkarıyoruz. Makinede yer kalmadığından eskilerden siliyoruz, bu anları sonsuzlaştırmak önemli.
Saat 8 de grupla buluşcaz.O zamana kadar keyfini çıkarıyoruz merdivenlerin. Onlarla otele dönmemeye zaten karar vermiştik, şimdi gidip söylememiz gerekiyor sadece.
Gruba bildirdikten sonra, onları uğurluyoruz ve ara sokaklara dalıyoruz tekrar. Artık trevi ile merdivenler arasını gide gele öğrendik iyice. Şarabın tadı damağımızda kaldı, pizza ve tekrar şarap alıp yine gidicez merdivenlere.
Pizzamızı aldık, yanına bir de benim ısrarlarımla içi mozorellayla doldurulmuş pirinçle yapılan içli köfte benzeri bir yöresel yiyecek alıyoruz. Şarabı bekleyemeden çeşme başına gidip pizzalarımızı yiyoruz. Treviye son kez veda edip Adinle ben şarap almak üzere market aramaya gidiyoruz. Diğerleri merdivenlerde bizi bekleyecek.
Ancak hem tatil hem akşam olduğu için açık market bulmamız zor oluyor. Amacımız Sienadan aldığımız kadar ucuz olmasa bile çok kazıklanmamak. Çünkü aynı şarap burada 3 katı fiyata satılıyor.
Hatta şarabı ararken yine Bernini meydanına çıkıyoruz, çaktırmadan kiliseye tekrar bakınıyorum ama sonuç olumsuz:( Sonunda 2 şarap alıp dönüyoruz merdivenlere ama saat de 9 olmuş ve bizi merak etmişler. Gerçi karanlık ve bilinmeyen yerlerde yürüsek de rahatsız edilmedik hiç. ama onlar bunu bilmiyordu tabi.
Son iki şarabımızı da keyifle içip yola koyuluyoruz. Otelden bizi bugün metronun erken kapanabileceği konusunda uyarmışlardı. Saat 11 de kapanacağını varsayarak saat 10 da ispanyol merdivenlerinin altındaki durağa yöneliyoruz ki... Eyvah eyvah, kapanmış bile!!!
Herkeste ufak çaplı bir panik başgösteriyor. En kötü taksiyle gideriz ama otel o kadar uzakki en az 50 euro tutacak taksi ve biz 6 kişiyiz, yani 2 taksi tutmamız gerekiyor.
Hemen ordaki bir büfeye otobüs durağını soruyoruz. Popolo meydanından binebileceğimizi söylüyorlar. Biliyoruz ya artık buraları avucumuzun içi gibi:) koştura koştura meydana gidip, otobüse biniyoruz. Tabi burada benim gitmeden yaptığım sapıkça araştırmalar işe yarıyor, çünkü incelediğim metro hattı haritalarından termininin bizim buranın kızılayı gibi bir kesişme noktası olduğunu biliyorum. Diyorum ki Terminiye gidelim, oradan otele gidecek bir vasıta buluruz.
Hiç vakit kaybetmeden otobüsü bulup 1 euroluk biletlerimizle (75 dakika bu biletlerle yolculuk yapabiliyoruz) Terminiye yollanıyoruz.
Terminide inip yine vakit kaybetmeden otelin verdiği adreste yazan, (Eur Fermiden oraya otobüs varmış) Eur Fermi istasyonuna giden bir otobüs soruyoruz. Bu kısmında gezinin farkediyoruz ki ingilizce bilen neredeyse hiç yok. Turistik yerlerde idare ediyorduk ama iş otobüs duraklarına, dış mahallelere ve şoförlere gelince tıkanıyor. İlk bindiğimiz otobüs de şansımıza arızalı çıkıyor, başkasına geçiyoruz hemen. Neyseki oradaki melez, muhtemelen İtalyan olmayan bir kızın bildiği ingilizce sayesinde Eur Fermiye kadar Adin ve Yezdanın sohbetleriyle geliyoruz. Şimdi son bir yolculuk daha yapmamız gerekiyor. Otelin olduğu yere gidecek otobüsü de ıssız durakta zor bela bulup (şansımıza bu şoför biliyordu ingilizce) otelimizin karşısındaki benzin istasyonuna gidiyoruz. Bütün gece süren maceralı yolculuğumuz boyunca herkes kendince bir katkıda bulunuyor otele ulaşmamıza. Gerçekten ilk başta endişelendiren, korkutan, başardıkça da zevke dönüşen bir macera yaşıyoruz. Ama sonunda saat tam 12 de, balkabağına dönüşmeden, her birimiz 1 euro karşılığında otelimize ulaşıyoruz:)) Muhteşem bir zevk tabiki bu!!! Hiç bilmediğimiz bir kentte, gecenin yarısında, becerilerimiz sayesinde bunu yapmak. İstanbul veya Ankarada bile bunu yapmak cesaret ister çünkü.
Hemen odalarımıza girip, eşyalarımızı toparlayıp, duşumuzu alıp yatıyoruz. Hissettiğimiz tek şey ZEVK:)

17 Mayıs 2007 Perşembe

Roma forumu- Colloseo

Michalengelonun meydanından ilerleyoruz, Septemus Severus takını görüyoruz ilk. foto..
Merdivenlerden ilerliyoruz, Roma forumuna iniyoruz. Burası en büyük forum. Bir sürü tapınak, bazilika ve taktan oluşan Colloseuma kadar uzanan Via Sacra-Kutsal Yol'un uzandığı forum.
Septemus Severus takının yanından geçip sağlı sollu bazilika ve tapınakların yanından yürüyoruz. Bazilika eskiden resmi bina-adliye veya sanatonun falan olduğu binaların adıymış. Sonralarda 3 neften oluşan kiliselere dönüştürüldüğü için bu binalar, zamanla kiliselere bazilika denmiş. Ve bu plan kilise planı olarak kabul edilmiş, tabi haç formunu alarak. En çok merak ettiğim yer Vesta bakirelerinin tapınağı. Bu bakireler soylu genç kızlar arasından çocuk yaşta seçilirler, tapınakta bulunan ateşi korumak için nöbet tutarlardı. İnanışa göre Romus ve Romulus Mars ve Vestadan dünyaya gelmişler. Eğer bu ateş sönecek olursa rahip tarafından kırbaçlanırlar, ya da bakireliklerini kaybedecek olurlarsa diri diri gömülürlermiş. Ancak 40 yaşlarına geldiklerinde özgür olur, evlenebilirlermiş. Tapınağın sadece 2 kolonu ve bir kısmı ayakta kalabilmiş.
Sol tarafımızda 3 nefin tonozlarının görülebildiği bir bazlika var. O zamanın bazilikaları kiliseye sonradan dönüştürülürken bazılarına eklemeler yapılmış. Çan kulesi, haç, giriş gibi.
Yolda çimenlere yayılıp, defne ağacının altına oturuyoruz dinlenmek için.
Çok keyifli bir yer burası, birazcık hayalgücüyle eski zamanlara dönebiliyor insan. Sanki gladyatörler, tek omuzlu giysileriyle soylular geçiverecek önümüzden her an.
Kalkıp via sacrada yürümeye devam ediyoruz. Yolun sonuna doğru sağda Titus takını görüyoruz. Yine sağda Palatine tepesi (Efsaneye göre Romus ve Romulusun kavga edip aralarına duvar ördükleri, sonra romusun remulusu öldürdüğü ve Romayı kurduğu yer burası) var, ama vakitsizlikten ve tırmanmayı gözümüz yemediğinden kitaptan incelemekle yetiniyoruz.
Artık iyice yaklaştık Colloseuma. Meydana çıkınca yine pazar kurulmuş, insan kalabalığının alışveriş ettiği bir yer görüyoruz. Colloseuma girişte çok sıra var, kapanmasına da az kaldı. Ayrıca Romanın her yeri forumlardan ve bu en büyük tiyatrodan çalınan kolonlar, mermerler, heykeller, rölyeflerle dolu olduğundan içeride görülebilecek bir şey kalmadığını biliyoruz. Dışarıdan gördüklerimizin dışında Gladyatör filmi bize daha çok şey gösteriyor. Zaten dışarıdaki kolonların bile çoğu soyulmuş, nasıl becerebildilerse.
Burası 3 değişik tarzda kolonun aynı binada olduğu tek yapı. Savaşçı Dor, soylu İyon ve gösterişli Korint sütunları alt katlardan üst katlara doğru yükseliyor. İçeride de en önde soylular, sonra daha alt tabakalar, en sonda da halk otururmuş. En üstte de yelken bezinden yapılmış bir gölgelik varmış şimdi yerinde yeller esen.
55.000 kişilik bu tiyatro tamamen eğlence amaçlı hayvan-insan dövüşleri seyretmek, hayvanlara insan parçalatmak için yapılmış. Sadece açılış için 8000 civarı hayvan öldürülmüş!!!
Çok etkileyici bir yapı, ablamın makinesinde de yeterli yer kalmadığından az ve öz çektiğimiz fotoğraflarla yetinerek ayrılıyoruz buradan da.
Meydanda turdan arkadaşlarımızı görüyoruz ve Vaticana girdiğimizi söylüyoruz. Onlar da hemen en kısa yoldan rehbere söylene söylene yollanıyorlar Vaticana.
Son alışverişlerimizi de bu meydandaki pazaryerinden yapıyoruz. İtalya t-shirtü alıyorum kızıma ve kocama, bende vardı zaten.
Kızlar da t-shirt alıyorlar, sonra hızla Illuminatinin son elementine, ateşe doğru yola çıkıyoruz.




Venedik Meydanı ve forumlar

Şimdi Venedik meydanına gidip Vittorio Emanuella anıtını göreceğiz, şehri oradaki merdivenlere çıkıp seyredeceğiz. Sonrasında da arka tarafından forumlara ineceğiz. Plan bu.
Rehberimiz bizi güneybatıya yönlendiriyor;) Corso Vit. Emanuele çıkıyoruz.
Caddede yürürken caddenin tam ortasında çevrelenmiş bir kalıntı görüyoruz. Hiç bir yerinde açıklama yok, sadece bir yazı var Area Sacra- Kutsal Alan diye. Açıp Dost Kitabevinin rehber kitabına bir bakıyoruz ki burası Sezarın ölürken sen de mi Brutus dediği nokta!! Aman Allahım, tarihe tanıklık ediyoruz. burada her yer muhteşem. Ve muhtemelen Romaya turla gelen insanların çoğu bunları göremiyor. Hemen fotoğraflar çekiliyor tabi:)
Devam ediyoruz caddeden, ilerden sağa dönüp Venedik meydanına çıkacağız. Sağa dönüyoruz!!!!! Ama bu sefer gerçekten küçük dilimizi yuttuk. Bu ne heybettir, bu ne ihtişamdır,bu nedir? Bu kadar da olmaz yani. Anıt diye beklediğimiz yer bizim anıtkabirden de büyük, onlarca sütunlu bir bina, binaya ulaşımı sağlayan yüzlerce basamaktan oluşmuş merdivenden oluşuyor. Yani adamlar yarıştıkça yarışmış, ben en büyüğünü yaparım diye. Bu anıt 1880 lerde Birleşik İtalyanın ilk kralı Vittorio Emanuel adına yapılmış. Mussolini de 2. dünya savaşı sırasında halka buradan seslenmiş. Burası antik merkez olduğu için sağda solda hala kazılmakta olan kalıntılar var caddede. Çıkıyoruz merdivenlerden, bakıyoruz etrafımıza ve bir sürü duomo görüyoruz. O kadar ki çoğunun ismi kitapta bile yok. Yani bizim her köşebaşındaki mahalle camisi sanki. Gerçekten kelimelerle ifade edilemeyecek bir heybet var. Anıt da tadilatta tabi. Cephe iskelesi sayesinde katlı otopark gibi görünüyor. Yukarıdan panoromik görüntü yapmak için soldan sağa sırayla fotoğraf çekiyorum. Çok başarılı sayılmaz ama size bir fikir verebilir.
Sağ tarafımızda Trianus Pazarları ve forumu var. Roma imparatoru Trianusun Daçya(Romanya) seferine gidişinde yapımına başlanmış, sefer sonunda tamamlanmış. Forum iki kütüphane, bazilika ve ortadaki açık alandan oluşuyor. Trianus sütunu ise imparatorun Daçya seferini ve zaferini ayrıntılı rölyeflerle anlatıyor. Forumun arka tarafında ise eskiden pazaryeri olarak kullanılan dükkanların sıralandığı, yaklaşık 150 dükkanlık, bugünkü alışveriş merkezinin karşılığı bir yapı var. Buranın devamında sağ tarafa doğru Agustus, Sezar forumları var. Forum, eski zamanların şehir merkezi-meydanı imiş. Resmi binaların olduğu, imparatorun her gün geldiği yer. Mesela Agustus Forumu Sezarın katillerine kazanılan zaferin karşılığı olarak Agustus tarafından yaptırılmış, ortasındaki tapınak da intikam tanrısı Marsa adanmış. Sezar forumu ise Roma forumundaki yoğunluktan dolayı, burayı rahatlatmak amacıyla yaptırılmış, tapınak Venuse adanmış. Roma forumu bunlardan daha arka tarafta, orayı anıttan bakınca göremiyoruz. Daha da geride Colloseum görünüyor.
Anıtın arkasındaki Palazzo Nuovoya girmek istiyoruz, ama tabiki çok sıra var yine. Buradaki cpitoline müzeleri de görülmesi şart yerlerden. Arkaya dolaşıp binanın içinden bir yerlerden kendimize yol bularak merdivenlere geliyoruz. Aşağıda Michalengelonun tasarladığı Piazza del Campidoglio var. Merdivenlerde fotoğraf çekerken şarjım bitiyor. Eyvah!!! Üzüntümün sonsuzluğunu tahmin edebilirsiniz. Saçmasapan çektiğim fotoğraflara yanıyorum şimdi. Normalde aylarca beni idare eden şarjım günün sonuna doğru bitti. Oradaki bir seyyar satıcıdan pil almak istiyorum adam 10 euro istiyor. Yuh!!! Kendimce pazarlık edip 1 euro vereceğimi söylüyorum, kabul ediyor amcam, tam parayı verecekken dalga geçiyor ahmak bi de benle, bugün değil yarın 1 euro diye. Böylece pilleri alamadan ablamın makineye talim, huzursuz, mutsuz, iniyorum meydana.
Meydanda bir tarafta Palazzo senatorio, bir tarafta Palazzo Nuovo,diğer tarafta Palazzo del Conservatori, meydana inen merdivenler var. En güzeli de meydandaki süslü zemin döşemesi.
İmparator, Romayı ziyaret edeceğini bildirdiğinde Papa Michalengeloya Capitolineyi yeniden tasarlamasını istemiş. Bu meydan o zaman yapılmış. Devam ediyoruz Roma forumuna doğru.

Piazza Navona

Ara sokaklardan Navonaya giderken acaip keyifli yerlerden geçiyoruz.Bizim buralarda da var bu sokaklardan, ama binalar kesinlikle daha bakımlı. Minik minik kafeler, restoranlar, sokak çalgıcıları, satıcılar... Çoook sevimli bir yer. Sanırım yaşasam buralarda, en çok takılacağım yer olur buralar. Hatta adamın biri eniklerini emziren bir anne köpekten bile para kazanıyordu. Enteresan...
Daracık sokaklara 3-5 masa atabilmiş restoranlardan birinde pizza yiyelim diyoruz ama henüz acıkmamışız. Belki de heyecandan. Sonra bir bakıyoruz Roma dondurmacıları sıralanmışlar yanyana. Kaçar mı? Kaçmaaaz. Hemen dalıyoruz bir tanesine. 1 ile 6 euro arasında değişen fiyatları görünce 2.5 luğu kestiriyoruz gözümüze ve giriyoruz sıraya. Sıra bize gelince adam koydukça koyuyor külaha, gözlerimiz açılıyor nasıl yicez biz bunu diye. Cappucinolu, çikolatalı, fıstıklı ve naneli seçiyoruz değişik kombinasyonlarda. Bir masaya oturuyoruz ve yorulana kadar, midemiz bulanana kadar, ağzımız donup da konuşamayacak hale gelene kadar yiyoruz dondurmalarımızı. Ama bir daha da yiyemiyoruz malesef gidene dek. Şimdi bu fotoğrafa her baktığımda canım dondurma istiyor. Çok kötü:(
Dinlenmemiz ve dondurmalarımız bitince kalkıyoruz. Bende yine bir heyecan, illuminati yolunun 3. maddesini, suyu göreceğiz. Fontana del quattro fuimi. Robert Langdon'ın anlata anlata bitiremediği, pagan figürleriyle dolu, dünyadaki o zaman bilinen 4 büyük nehire ithafen yapılmış, Bernininin barok meydanındaki Barok çeşmesi.
Nil, Ganj, Tuna ve Rio de la Plata.Bu 4 nehire adanmış 4 heykel, ve aralarda pagan sembolleri, heykelleri,kayaların birleşim yerinde tepede de tabiki 4. dikilitaş! Ve dikilitaşın en tepesinde pagan sembolünde melek anlamına gelen bir adet kumru heykeli.
Ama yine şanssızlığımızdan çeşme tadilatta. Çekebildiğim kadar aralardan derelerden fotoğrafını çekip incelemeye çalışıyorum çeşmeyi. Burada insanlar tadilat da yapsalar çevreye ve sanata önem verdiklerini öyle güzel ifade ediyorlar ki. Mesela tadilat için bir binanın cephesi, aynı binanın fotoğrafının resmedildiği bir brandayla kaplanıyor. burda da her tarafı kapatılmış olmasına rağmen çeşmenin, bazı yerlere cam koymuşlar ve çeşmenin orjinal halinin fotoğrafını açıklamalarıyla koymuşlar. Hem pencereden görebiliyorsun, hem açıklamaları okuyorsun. Çok iyiydi.Yine de üzüldüm tabi, kapalı olduğu için.
Meydanın her tarafı binalarla çevrili. Hatta Sophia Lorenin evi de buradaymış.Saraylar, heykeller, çeşmeler. Bizim 4 ırmak çeşmesi tam ortada. Meydan ince uzun bir oval şeklinde. Ovalin bir ucunda da yine Berniniye ait Fontana del Moro adlı çeşme, Mağribi heykeli var. Tabi heykelin orjinali müzede, burdaki kopyası. Diğer ucunda simetriğinde de bir çeşme daha var. Eskiden Ağustos ayında çeşmelerin giderleri kapatılarak meydan sular altında bırakılır, zenginler arabalarıyla dolaşır, çocuklar suda oynarlarmış. Nasıl bir aktiviteyse!!! Şimdi de şehrin sosyal merkezi burası. Çok hareketli, canlı, neşeli, cıvıl cıvıl bir yer.
Navona tamam. Şimdi sırada Pantheon var.Yine ara sokaklardan harita rehberimiz sayesinde görülmesi gereken yerlerin önünden geçerek Pantheona doğru ilerliyoruz. Köşeden dönünce yan tarafından görüyorum muhteşem yapıyı. Burayı da derslerden hatırlıyorum. Eski Roma döneminden bu sağlamlıkta kalabilmiş en önemli eser. Yuvarlak kubbesi, kesitten de plandan da bakıldığında kare planıyla birlikte içine tam bir küreyi sığdırıyor. Kubbenin yarısından sonrası açık. Buna şeytan gözü deniyormuş. İçeri giren kötü ruhların çıkabilmesi için bir delik.
Bu tapınaklar eski dönemlerde mutlaka bir tanrıya yapılırdı. Pantheon ise bütün tanrıların tapınağı. Yuvarlak kubbe cepheden tam olarak görünemiyor. Çünkü ön tarafa üçgen alınlıklı bir revak yapmışlar. M. S. 1. yy. da yapılmasına karşın bu kadar korunabilmiş olmasına hayret ediyorsunuz. İçeri girmek çok zor çünkü aşırı bir kalabalık var. Böyle zamanda burada aylarca kalmak, her gün başka bir yapıyı sessiz sakinken saatlerce incelemek istiyorum.
içeri girdiğinizde dışardan anlaşılmayan bir muhteşemlik içinize işliyor. Öyle heybetli bi yapı ki. Yukarıdaki delik, yani OCULUS ışığın içeri girdiği tek yer. Yan taraflardaki nişlerde azizlerin mezarları, heykelleri var. Binanın en önemli özelliklerinden birisi de Rafaellonun mezarının burada bulunması. Gerçi bu mezar sonradan getirilmiş buraya. Bizim Rafaeli hemen çağırıp fotoğrafını çekiyoruz adaşının mezarının önünde. Burası da bizim kitapta geçiyor, dolayısıyla heyecanlandırıyor bizi ve şu anda tam orayı okumakta olan Adini.
Pantheonun önündeki meydanın adı Piazza della Rotonda imiş. Mimaride yuvarlak mekanlara verilen isim rotonda-rotunda.Meydanda yine bir dikilitaş var:) Etti mi 5!!! Pantheonun yan tarafından arkaya dolanıyoruz. Orada tekrar bir meydana rastlıyoruz, meydanlar, anıtlar, kiliseler ve çeşmeler kenti Romada. Burası da Minerva meydanı. Yine bizim Bernini ustanın bu sefer filin sırtında taşıdığı dikilitaşı(6) meydanın ortasında yerini bulmuş.
Haydi bakalım şimdi artık eski Roma- antik merkez taraflarına gitme zamanı...





4 Mayıs 2007 Cuma

Castel San Angelo ve Vatican

Caddeden yürürken yine eski binalar, binalar arasındaki geçitler, heykeller sanki açık hava müzesi gibi sıralanmışlar.Solumuzda Agustus Mozolesi var, girmek istiyoruz ama sanırım kapalı. Bu Paskalya bizim için kötü oldu çünkü Vatican kilisesi en başta bir çok yer kapalı ya da tadilatta. Agustus mozolesinin tam yanında, caddenin sağında şehirde gördüğüm tek modern bina, sanırım bir müze, gözümüze çarpıyor. Güzel bir yapı, fotoğraflarını çekiyorum. Sanki yeterince girmemişiz gibi yolda bir kiliseye daha giriyoruz. Bu sefer kutsal su atıyor peder üstümüze:) Hacı oluruz biz bugün bu gidişle.
Uzaktan San Angeloyu görüyorum Tiber kıyısına çıkınca. Yine heyecanlanıyorum. Burası Illuminati kilisesi, yani merkez, aydınlanma kilisesi. Yine ana eleman melek, adı üstünde. burası Bernini tarafından yapılmamış veya dikilitaş da yok ama beşgen şeklinde bahçesi var. Masonluğun da bu kökene dayandığını savunuyor yazar.Ponte Umberiodan karşı kıyıya geçiyoruz. Saat 12 yi geçti ve ayin dağılmaya başlamış, biraz yavaşlayıp kalabalığın azalmasını beklemeye karar veriyoruz. Şansımıza bir pazara denk geliyoruz. Yine magnet ve hediyelik eşya muhabbeti. Yolda Türklere de rastlıyoruz. Vaaaay kardeşim durumları:)
San Angelo kalesinin fotoğraflarını da çekip köşeyi dönünce St. Pietro kilisesinin kubbesini görüyorum uzaktan. Büyük an:) Yine bir sürü fotoğraf çekiyorum. sonradan buna çok pişman olacağım ama sanki ne kadar çok fotoğraf çekersem o kadar inanacağım orada olduğuma.
Kiliseden bize doğru kalabalık akın akın geliyor. Rahipler, rahibeler, turistler, dindarlar...
Sabahın erken saatlerinden beri papayı beklemişler ve papa ünlü balkonundan vaazını vermiş. Çok da feci bir kalabalık olmadığını görünce rehberin sözüne inandığımız için üzülüyoruz, keşke ayine gitseydik diyoruz.
Herkes gider Mersine biz gideriz tersine durumuna uygun şekilde kalabalığı yara yara Vaticana doğru ilerliyoruz. Meydana gelince biraz daha fotoğraf çekiyorum. Bütün tatil boyunca deli gibi St Pietro ve Davud resmi çekmişim...
Vaticana ayağımızı atıyoruz ve tabiki illaki çekilecek bir ayak Romada bir ayak Vaticanda pozları veriliyor.
Güvenlik görevlileri kiliseye giden yolu bile kapatmışlar, yaklaştırmıyorlar. Üstelik de İsviçreli muhafız bile değiller. Hayal kırıklığım çok büyük. Kilise kapalı, müze kapalı, yaradılış ve son yargı fresklerini göremiyorum, rafael odaları kapalı, isviçrelileri makineyi zoom yapınca bile zor görüyorum.Çok üzgünüm:(
Bari kiliseye girebilseydim, Pietayı, papalık altarını görebilseydim. Romaya bir daha mutlaka gelme sebebim oluyor artık. Zaten müzeyi gezebilmek için en az 15 gün öncesinden rezervasyon, o da boşsa, yapmamız gerekiyormuş. Birdahaki gelişimize kesin rezervasyon yaptırmalıyım.
Veee Bernininin 298 kolonlu oval(iki merkezli iki dairenin birleşimi aslında) meydanını incelemeye başlıyoruz. Burası illuminati yolunun hava elementini simgeleyen heykelin bulunduğu, tebiki dikilitaşın olduğu meydan. dikilitaşın altındaki kaideye oyulmuş rüzgar üfleyen bir melek sembolü bunu betimliyor.
Gerçi sandalyelerden kaideye de yaklaşamıyoruz. Meydanın iki tarafında tam dairelerin merkezinin olduğu yerde Bernininin iki adet barok çeşmesi var.
Kolonlarla çevrili meydan halkı kucaklayan kollar olarak düşünülmüş. İsanın havarisi Petrus, (anlamı kaya imiş isminin) İsanın sözü doğrultusunda, kilisemi kaya üzerine kuracağım demiş. Önce antakyada hristiyanlığın ilk kilisesini kurduktan sonra Romaya gelmiş dini yaymak için. Ve tam bu noktada çarmıha gerilmiş. bunun üzerine inananlar bu noktaya önce ufak bir kilise yapmışlar. Sonra papalık buraya taşınmış ve 1500lü yıllarda dünyanın en büyük kilisesinin yapılmasına karar verilerek inşaata başlanmış. Ancak toplam inşaat süresi yaklaşık 140 yılı bulmuş. İş yarım bırakılmış, başka mimarlar devam etmiş. Kilisenin kubbesi Floransadaki duomodan esinlenen Michalengeloya ait. Yaradılışta yine Michalengelonun freskleri arasında baba ve oğlun (aslında melek ve İsa) birbirine dokunan meşhur el sahnesi var. Meydan ise çok daha sonra 1600 lü yıllarda Bernini tarafından tasarlanıp yapılmış.
Yine kilisenin içindeki papalık altarı ve apsis Bernininin tasarımı. Kilisede ana kapının iki yanında sadece kutsal yıllarda kullanılan 2 kutsal kapı var.
Vatican 1 km2 bile olmayan yüzölçümüyle dünyanın en küçük ve en güçlü ülkesi. Gücü tabiki inançtan kaynaklanıyor. Ancak söylentilere göre kilise eski gücünü kaybediyor, para sıkıntısı çekiyor!!! Topraklarında aslında servet barındırıyorlar, yani paha biçilemez eserlerle dolu müzeleri ve kütüphaneleri, ama yetmiyor anlaşılan amcamlara.
Tabi insanlar eski kör inançlara sahip değiller artık, uzaklaşıyorlar dinden gittikçe, bu da kiliseye eski gücünü kaybettiriyor.
Sonunda doyamadan çıkıyoruz Vaticandan. Şimdiki hedefimiz Navona meydanı. Rehberimiz Adin bizi ara sokaklara yönlendiriyor.

İspanyol merdivenleri-Popolo Meydanı


Merdivenlerin tepesinde Medici sarayı var.Ama bu medici bizim floransalı mediciler değil, papa medici. Merdivenlerin tam bittiği noktadaki kilisenin adı Trinita del Monti. tepeden aşağısı çok nefis görünüyor.
Bir zamanlar merdivenlerin tepesinde yer alan ama su basıncındaki düşüklükten dolayı aşağıdaki meydana alınan çeşme Fontana della Barcaccia, Bernininin babası tarafından yapılmış.
Merdivenlerin oradaki kafelerde oturup bir şeyler içmek çok zevkli ama şimdilik buna vaktimiz yok. gruptan 2 kişi daha bize katılıyor, rehberliğimizden faydalanacaklar;)
Ve Via del Corsodan Popolo meydanına doğru yürüyoruz.
Yazımda aralarda Melekler ve Şeytanlar kitabından bahsedeceğim bol bol. Şimdi gittiğimiz yer de o kitaptaki Illuminati yolunun 4 ana elementinden birinin, toprağın simgesinin olduğu kilise ve meydan.
Popolo meydanına corso caddesinden kemerli bir yapıdan giriyoruz. Hemen dikilitaş çarpıyor gözüme. Kitabı okuyanlar bilir, bütün illuminati yolunun ana noktalarında meydanlarda mutlaka dikilitaş var. Eserler mutlaka Berniniye ait ve mutlaka hepsinde melek figürü var. Ayrıca da kiliseye bir şekilde karşı olanların simgeleri olduğundan bunlar, pagan, astrolojik simgeler de bulabiliyoruz.
romada toplam 7 dikilitaş varmış.Biri İspanyol merdivenlerindeydi, 2. si burada. Orada sağ tarafta gördüğümüz kiliseye giriyoruz, yine ayin var. Yezdan ayinlere katılmamız ve saygı göstermemiz gerektiğini hatırlatıp duruyor ama ben biran önce Maria del popolo kilisesini ve Chigi şapelini bulmak istiyorum. Dan brownun anlattıklarından girdiğimiz kilisenin tariflere uymadığını anlayıp hemen çıkıyorum ve diğerlerini bekliyorum. Eğer bu kitaba ve aydınlanma yoluna bu kadar takılmasaydım belki herşeyin daha çok ayrımına varabilecektim, ama kitabın bize ekstra faydası da oldu.
Dışarda birilerine kiliseyi soruyorum, karşıdaki en büyük binaymış. Meydanı geçip Santa Maria del Popolo kilisesine girince kendimizi yine bir ayinde buluyoruz. Hem de bu sefer arkadan değil, mihrabın ordan girmişiz, herkesin karşısında buluveriyoruz kendimizi. Hemen girişe göre sol baştaki şapele doğru kimseyi umursamadan gidiyorum ve Yezdanın kınayan bakışlarıyla karşılaşıp oradaki bir sıraya oturup ayini dinlemeye başlıyorum. Kadının biri bir arya veya ilahi okuyor. Tütsüler ortalığa güzel bir koku veriyor. Ama daha fazla oturamayıp şapele doğru ilerliyorum.
Şapeli Chigiler için rafael yapmaya başlamış, Bernini tamamlamış. Her iki tarafında kilisede görmeyi beklemediğimiz piramitler var.Karşıda Melek ile Habakkuk heykeli ve heykelin altında yerde yuvarlak, ölüm simgesinin bulunduğu kapak. Bu kapağın altında 10. m derinliğindeki bir çukura bütün Chigi ailesinin cesetleri atılıyormuş. Kapak açılırsa gaz sıkışması ve feci bir kokuyla karşılaşacağız. Melek heykelinin elindeki okgüneydoğuyu yani Vaticanı gösteriyor. Hedefimiz orası.
Adin daha kitabın bu kısmına gelmedi ama ona dikkatli bakmasını söylüyorum. Harika ve ben heyecanla inceliyoruz. Sanki kardinal orada, yerin altında...
Dışarı çıkmadan önce yine kutsanıyoruz. Yezdan çıkışta bir söylev veriyor, ibadetlerimizin farkı ve güzelliği hakkında. O da kocasıyla elele tutuşup, oturarak ibadet etmek istiyormuş.
Tur arkadaşlarımıza ve kızlara kitaptan ve bildiklerimden burası hakkında bilgi veriyorum.
Sonra harita sorumlumuz Adin bizi Via di Ripettaya yönlendiriyor. Yolumuzun üzerindeki eserleri göre göre Vaticana doğru yollanıyoruz.

8 Nisan, Pazar Paskalyada Roma...


Bugün geziye geliş nedenim Romayı gezeceğiz. Çok heyecanlıyım. Melekler ve Şeytanlar kitabını okuduğum günden beri buraya gelme hayalim ve isteğim doruk noktasında. Hatta gelmeden kitabı tekrar okudum, hatırlamak için. Simgebilimci Robert Langdonun peşinden romadaki aydnlanma yolunu keşfedeceğiz biz de.
Sabah kahvaltı biraz geç yapıldı. Bugün pek yiyecek bir şey bulamadık kahvaltıda. İnsanlar koca bir çorba kasesine kahveyi koyuyorlar, kruvasanı ona batırıp kahvaltı diye yiyorlar. Iyghk... Neyse öyle veya böyle karnımız doymuş gözümüz aç kalktık masadan. Herkes resepsiyondan birer şehir haritası aldı. bütün gün herkesin elinde gördük bu haritadan, çünkü paskalyadayız ve şehir deli gibi turist dolu. Hem Vaticana ayine gelenler, hem gezmeye tatilden yararlanıp Romaya gelenler. Bu sayede hem ingilizce daha çok konuşuldu, hem sokaklar günlük Romalı kalabalığıyla değil, turist kalabalığıyla rengarenkti. Meşhur olduğunu söyledikleri trafik sorunu da yoktu mesela.
Otobüsümüzle kısa bir panoromik tur yapacağız. Rehberimiz Vaticana malesef gidemeyeceğimizi söylüyor!!! Ben öyle veya böyle gideceğim ama grup yıkılmış durumda. Ayinden dolayı yolları kapatmışlar zaten. Şehir merkezine gelmemiz epey uzun sürdü. Acaip uzakta bir otel seçmiş gerizekalı tur şirketi. İnsaf yaa, denize az kalmış.
Su kemerlerinin ve zafer taklarının altından geçerek şehre giriyoruz. Bu kemerler eski Romalılar döneminden bu yana kullanılıyormuş ve şimdi gitmekte olduğumuz Trevi çeşmesine kadar su bu kemerlerle taşınıyor, oradan da şehre dağıtılıyormuş.
coloseumun yanından geçerken inanamıyorum bir an. Filmlerden, kitaplardan, derslerden tanıdığımız meşhur tiyatro karşımızda. Deli gibi fotoğraf çekiyoruz yine. Sanki kaçacak...
Coloseumun arkasındaki Roma forumunu gösteriyor rehberimiz. Uzaktan birşeye benzemiyor gerçi ama gördük mü gördük.
Santa Maria Maggiore kilisesinin yanından geçtiğimizi rehberin açıklamalarından değil, sonradan gidince merak ederek okuduğumuz rehber kitabından öğreniyoruz.Oradan Via del Corsoya geliyor otobüs ve bizi geçidin ağzında indiriyor.Treviye geldik.
Romaya gelenler mutlaka bu çeşmeye 3 adet bozuk para atarlarmış. Dileklerimizden biri Romaya tekrar gelmek olmalıymış. Ben daha otobüsten inmeden hazırladım cebimde paralarımı. Hem de Hümeyra ve Melike için de atacağım, onlar da gelsinler diye:)
Rehberimiz çeşmenin çok kalabalık olacağını , sadece 5 dakika kalacağımızı söylüyor. Neden sürekli acele ediyoruz bilmem. Biran önce otele dönüp yatmak için mi?
Yine daracık sokaklardan yürüyüp birden bire ufak bir meydana çıkıyoruz, o da ne?Fotoğraflarını görmüştüm ama çeşme dedikleri bu mu yani?
Burda koskoca bir bina var. Cephesi heykellerle bezenmiş. Heykellerin aralarından su akarak kocaman bir havuza doluyor. Havuzun içi sonradan çocukların toplaması için atılmış çeşitli milletlerin bozuk paralarıyla dolu. Millet habire fotoğraf çekiyor.
Döndüm arkamı havuza ve gezmeye dayalı 3 dileğimi dileyerek fırlattım paralarımı havuza.
Romanın bu en büyük çeşmesinde yine Neptün var. Neptünün iki yanında biri huysuz bir atı dizginlemeye çalışan, diğeri uysal bir hayvanı sürmeye çalışan iki triton var. Susamış Romalı askerlere şehir dışındaki su kaynağını ilk gösteren genç kız olduğu söylenen Trivia'dan almış adını çeşme. Kızın heykeli de 1. katta cephede.
Bu arada meydandaki kiliseye din adamları geliyor ve meydandaki halkı kutsuyor. Varan biiir. Gün boyu sürekli kutsanacağız bugün:)
Toparlanıp şemsiye eşliğinde koşa koşa İspanyol merdivenlerine gidiyoruz. Bu meydan adını eskiden merdivenlerin üst kısmında bulunan, şimdilerde aşağıdaki caddeye taşınmış olan İspanyol büyükelçiliğinden alıyor.
Cadde lüks mağazalarla dolu, söylenene göre ünlü artist ve aktristler, zenginler bu caddedeki mağazaları kapatıyormuş alışveriş için.
Meydana geliyoruz ve Romanın simgelerinden biri olan merdivenleri görüyoruz. Acaip eğlenceli, şirin, hayalimdeki gibi bir yer. Baharda yeni konmuş pembe çiçeklerle bezenmiş. Oturanlar, müzik yapanlar, birşeyler yiyip içenler...
Rehberimiz turumuzun sona erdiğini, bundan sonra serbest zamanımız olduğunu, akşam otobüsün bizi bir ücret karşılığında otele götürebileceğini söylüyor. İnsanlar saat konusunda anlaşmaya çalışıyor. Biz 10 diyoruz, kabul görmüyor, Saat 8 de anlaşıyorlar. Ben kesinlikle o saatte otele dönmeyeceğim için katılmıyorum bile tartışmalara. Planımız akşam merdivenlerde günün yorgunluğunu şarap içerek çıkarmak.
Hemen orada mturup rotamızı çizmeye başlıyoruz haritadan.
Önce yakınımızdaki Popolo meydanına gitmeye karar veriyoruz.
Nihayet en güzel saatlere geldik, özgürüz, Romadayız,beraberiz kızlarla...