18 Mayıs 2007 Cuma

Romada artık akşam oldu...

Colloseumu arkamızda bırakıp Domus Aureanın içinden geçerek Santa Maria Vittorio Kilisesine yöneldiğimizi sanarak Piazza Vit. emanuele doğru gidiyoruz. Ahhhh ahhh!!! Pişmanlık fayda etmedi. Yanlış yere gittiğim için, herkesi peşimden sürüklediğim için, vakit kaybettiğim için, Azize Theresanın kıvrık parmaklarını göremediğim için, akşam olduğundan artık dönmek zorunda olduğumuz için yanıyorum...
Aslında tadına varabilseydim çok hoş, çok nezih, çok güzel sokaklardan geçtiğimiz için mutlu olabilecektim. Ama hem fotoğraf makinem yok, hem bulamadım aradığım yeri.
enteresan bir şekilde bütün binalarda sadece giriş kapısının üzerinde yaklaşık 1 m. falan genişliğinde çıkıntı şeklinde süslü küçük balkonlar vardı. bunun dışında tüm cephe dümdüz. Başka hiç bir şekilde balkon veya çıkma yok. Sanırım eskiden buralardan dışarıda bir şey olduğunda seyredilir, bunun dışında dışarıyla bağlantısı olmazmış evlerin. ama gerçekten Romanın hafif dışarısı, hala eski binaların olduğu, çok sakin ve baharın getirdiği güzel kokularla dolu sokaklardı.
Gittiğimiz yerin gitmek istediğimiz yer olmadığını anladıktan sonra, yanımızdaki yürüyüş arkadaşlarımızdan utanmasam ne pahasına olursa olsun bulurdum Santa Maria della vittoria kilisesini ama malesef sadece o taraftan dolaşarak ispanyol merdivenlerine gitmeye ikna edebildim. Daha doğrusu Adin bana böyle bir iyilik yaptı. Yine de Berberini meydanına gelip Hotel Berniniyi gördüğümde, kiliseyi bulamadım(k). Üzüntüm gerçekten çoook büyük.
Meydandaki dikilitaşı da göremedim zaten:( Var bir terslik burda.
Sonradan Ankaraya dönünce yaptığım araştırmalardan sonra anladım ki, kilise zaten arka sokaklarda, bulamayacağımız bir yerdeymiş. Ama ders oldu, madem görmek şarttı, bu araştırmayı gitmeden yapacaktım. Ben en iyisi göremediğim heykelin(Bernini tabiki) fotoğrafını size göstereyim.
Arkadaki ışınlar ateşi simgeliyordu. Melek, okunu Azize Theresaya saplıyor ve azize de kendinden geçiyor. Zaten heykelin adı Azize Theresanın Vecdi.
Neyse, bu tarafa gelmemiz iyi olmuş aslında, gerçekten görülmesi gereken bir yeri atlayacakmışız az daha. Santa Maria Maggiore, erken hristiyanlık döneminden barok dönemin sonlarına kadar her dönemin bir karışımından oluşuyor. Mozaikleri çok ünlü. Çan kulesi, içindeki ilk kilise binası, cephesi, şapelleri, tavanı her biri ayrı dönemlerde yapılmış ve sonunda çok enteresan ama güzel bir eser çıkmış ortaya.
Devam ediyoruz, görülmedik yer bırakmıcaz ya Romada, Termininin önünden Piazza della Republicaya gelip Santa Maria degli Angeli kilisesini de görüyoruz. Yarım daire biçimindeki meydan çok hoş. Artık herkes yorulmuş, diyorum isterseniz metroya binelim arkadaşlar. Ama herkes halinden memnun, yürümekten şikayet eden yok, kimse birşeyleri kaçırmak istemiyor. Anlatımım tersten başladı ama zaten daha görmek istediğim yere, Berberini meydanına da gelmedik. San Cario Quatro Fontananın yanından geçerek meydana ulaşıyoruz ve daha önce anlattığım gibi aradığım kiliseyi bulamıyoruz.
Güneş batmak üzere olduğundan acele ediyoruz çünkü amacımız günbatımını merdivenlerden seyrederken şarap içmek.
Via Sistinadan merdivenlerin üst noktasına ulaşıyoruz ve kendimize güzel bir yer bularak açıyoruz şarabımızı, dolduruyoruz kadehlerimize.
Ohhh bee... Keyif bu işte.
Günün yorgunluğunu şarap ve günbatımı eşliğinde atarken, yorumlarımızı yapıyor, yaptıklarımızın keyfini tekrar tekrar anlatarak çıkarıyoruz. Makinede yer kalmadığından eskilerden siliyoruz, bu anları sonsuzlaştırmak önemli.
Saat 8 de grupla buluşcaz.O zamana kadar keyfini çıkarıyoruz merdivenlerin. Onlarla otele dönmemeye zaten karar vermiştik, şimdi gidip söylememiz gerekiyor sadece.
Gruba bildirdikten sonra, onları uğurluyoruz ve ara sokaklara dalıyoruz tekrar. Artık trevi ile merdivenler arasını gide gele öğrendik iyice. Şarabın tadı damağımızda kaldı, pizza ve tekrar şarap alıp yine gidicez merdivenlere.
Pizzamızı aldık, yanına bir de benim ısrarlarımla içi mozorellayla doldurulmuş pirinçle yapılan içli köfte benzeri bir yöresel yiyecek alıyoruz. Şarabı bekleyemeden çeşme başına gidip pizzalarımızı yiyoruz. Treviye son kez veda edip Adinle ben şarap almak üzere market aramaya gidiyoruz. Diğerleri merdivenlerde bizi bekleyecek.
Ancak hem tatil hem akşam olduğu için açık market bulmamız zor oluyor. Amacımız Sienadan aldığımız kadar ucuz olmasa bile çok kazıklanmamak. Çünkü aynı şarap burada 3 katı fiyata satılıyor.
Hatta şarabı ararken yine Bernini meydanına çıkıyoruz, çaktırmadan kiliseye tekrar bakınıyorum ama sonuç olumsuz:( Sonunda 2 şarap alıp dönüyoruz merdivenlere ama saat de 9 olmuş ve bizi merak etmişler. Gerçi karanlık ve bilinmeyen yerlerde yürüsek de rahatsız edilmedik hiç. ama onlar bunu bilmiyordu tabi.
Son iki şarabımızı da keyifle içip yola koyuluyoruz. Otelden bizi bugün metronun erken kapanabileceği konusunda uyarmışlardı. Saat 11 de kapanacağını varsayarak saat 10 da ispanyol merdivenlerinin altındaki durağa yöneliyoruz ki... Eyvah eyvah, kapanmış bile!!!
Herkeste ufak çaplı bir panik başgösteriyor. En kötü taksiyle gideriz ama otel o kadar uzakki en az 50 euro tutacak taksi ve biz 6 kişiyiz, yani 2 taksi tutmamız gerekiyor.
Hemen ordaki bir büfeye otobüs durağını soruyoruz. Popolo meydanından binebileceğimizi söylüyorlar. Biliyoruz ya artık buraları avucumuzun içi gibi:) koştura koştura meydana gidip, otobüse biniyoruz. Tabi burada benim gitmeden yaptığım sapıkça araştırmalar işe yarıyor, çünkü incelediğim metro hattı haritalarından termininin bizim buranın kızılayı gibi bir kesişme noktası olduğunu biliyorum. Diyorum ki Terminiye gidelim, oradan otele gidecek bir vasıta buluruz.
Hiç vakit kaybetmeden otobüsü bulup 1 euroluk biletlerimizle (75 dakika bu biletlerle yolculuk yapabiliyoruz) Terminiye yollanıyoruz.
Terminide inip yine vakit kaybetmeden otelin verdiği adreste yazan, (Eur Fermiden oraya otobüs varmış) Eur Fermi istasyonuna giden bir otobüs soruyoruz. Bu kısmında gezinin farkediyoruz ki ingilizce bilen neredeyse hiç yok. Turistik yerlerde idare ediyorduk ama iş otobüs duraklarına, dış mahallelere ve şoförlere gelince tıkanıyor. İlk bindiğimiz otobüs de şansımıza arızalı çıkıyor, başkasına geçiyoruz hemen. Neyseki oradaki melez, muhtemelen İtalyan olmayan bir kızın bildiği ingilizce sayesinde Eur Fermiye kadar Adin ve Yezdanın sohbetleriyle geliyoruz. Şimdi son bir yolculuk daha yapmamız gerekiyor. Otelin olduğu yere gidecek otobüsü de ıssız durakta zor bela bulup (şansımıza bu şoför biliyordu ingilizce) otelimizin karşısındaki benzin istasyonuna gidiyoruz. Bütün gece süren maceralı yolculuğumuz boyunca herkes kendince bir katkıda bulunuyor otele ulaşmamıza. Gerçekten ilk başta endişelendiren, korkutan, başardıkça da zevke dönüşen bir macera yaşıyoruz. Ama sonunda saat tam 12 de, balkabağına dönüşmeden, her birimiz 1 euro karşılığında otelimize ulaşıyoruz:)) Muhteşem bir zevk tabiki bu!!! Hiç bilmediğimiz bir kentte, gecenin yarısında, becerilerimiz sayesinde bunu yapmak. İstanbul veya Ankarada bile bunu yapmak cesaret ister çünkü.
Hemen odalarımıza girip, eşyalarımızı toparlayıp, duşumuzu alıp yatıyoruz. Hissettiğimiz tek şey ZEVK:)

Hiç yorum yok: